21 Şubat 2019 Perşembe

Dikili’nin Denizköyü

Karşıyaka Tren İstasyonu restore ediliyor. Orası benim yolumun üzeri, ne zaman oradan geçsem durur izlerim uzun uzun…
Bugün gene geçtim oradan,  şeytan dürttü..
Erdal; Bir de arka tarafına bak  bakalım, orada neler oluyor dedim,  kendi kendime… Baktım bakmasına da… Eve gelene kadar  1960’lardaki, 1970’lerdeki  anılarımda  dolaştım durdum.
İstasyonun tam arkasında 1960’larda bir Kıraathanesi vardı, Karşıyakalıların Meşhur mu meşhur…  Ünlümü ünlü…  Bir Kıraathanesi idi orası.. Her gün onlarca masada yüzlerce kişi okey oynardı bahçesinde, bir başka köşesinde de briç ve karışık tavlacıların grubu  vardı..  Sanırım çaydan sonra en fazla limonata tüketilirdi, çünkü limonatalar ev yapımı idi.. Bunları çok iyi hatırlıyorum çünkü bir dönem öğretmen arkadaşlarımla ben  de gittim oraya…  “Naci Gülçağ’ın Kıraathanesi”nin  önünde de küçücük bir büfe..  Hafta sonları ben Soma Otorayı ile Kırkağaç’a giderken (Ama ne sallardı o otoray, sarhoş ederdi insanı…) oradan 5 gevrek alır giderdim.  Reşadiye’nin gevreği satılırdı orada,  annem gevrek getirdiğimi görünce pek sevinirdi, her birini 4’e böler sofraya koyardı. “Bunları Erdal Karşıyaka’dan getirmiş” derdi. Benimle övüne, Övüne… Herkes pek sevinirdi… Çünkü o yıllar en küçücük şeylerden mutluluk çıkarılan yıllardı…
Sonra aradan yıllar geçti… 1970’lerin sonunda, Liseden arkadaşım Bergama’lı avukat Fırat Ünver’in yazıhanesinde bir sohbete tanık oldum..  Anlatan; Yıllık iznini bir köyde geçirdiğini, çok mutlu olduğunu, ballandıra ballandıra anlattı vee.. “10 yıl gençleştim” valla diye bitirdi lafını…. Sordum neresi orası diye…
Dikili’nin  Denizköy’ü dedi….
Haziranın  sonlarıydı okullar da kapanmıştı…  5 yıldır yaz tatilini Alanya’da pansiyonlarda geçiriyorduk.. Ama bir yandan da sıcaktan  şikayet ediyorduk… Ertesi gün sabahleyin erkenden Soğukkuyu’da Arap’ın kahvesinin önündeydik… Ve, Dikili otobüsünü bekliyorduk…  Öylesine heyecanlıydık ki; Tatile değil, sanki biz de 10 yıl gençleşmeye gidiyorduk…
Otobüse bindik ver elini Dikili… 2 saat sonra Dikili Garajındaydık..
-“Biz Denizköy’e gitmek istiyoruz dolmuş nereden kalkıyor” diye sorduğumuzda…
Cevap şamar gibiydi…”Ağabey Denizköy dolmuşu sabah gelir, Akşam 5’te gider”
Olsuuuun  dedik,  bekledik 5’e kadar paşa paşa…
5’te dolmuş kalktı.. Toprak yoldan toz – duman içinden.. Çalılara sürtüne, sürtüne vardık Denizköy’e… Girişte solda kahvelerin önünde indirdiler bizi…
Kahvede oturanlara anlattık derdimizi,” Burada pansiyonda kalmaya geldik” kıs kıs güldüler ağabey burada pansiyon, mansiyon yok… Ama madem geldin, ileride solda kahveci Mustafa amca var.  Polis oğluna ev yapıyor… Belki o verir  evini size  dediler….
Çaresiz;  Gittik Mustafa amcaya anlattık derdimizi… Olur evlat, kalın burda ne kadar isterseniz.. dedi… “Kaç para dedik…” Cevap; “Para mı alcez? Yarımyamalak evden,  para mara istemez….”
Evi görseydik Mustafa amca dedik… Aldı bizi Kahvenin üstüne çıkardı… Tuğlası örülmüş 2 oda, 1 Salon… Kapı yok… Pencere var, kasası yok.. Su yok.. yatak yok…
Resmen ev değil, inşaat…  Mustafa amca bana, ben ona baktım.
Burda mı kalıcaz dedim…  Hıhı dedi…
Eşime döndüm, heykel gibi… Kaşları gözünün 10 Cm üstünde… Olmaz diyor…
Ama çare… Çare yok; Çünkü geri dönecek araç yok..
Mustafa abim eşime döndü… “Dudu teyzene git birkaç yorgan versin” dedi…
Bir saat sonra balya çuvallarından pencereler… Titiz eşimin getirdiği çarşaftan sokak kapısı, Dudu teyzemin verdiği 6 yorgandan 3 yatak… kovanın içinde su, içinde 1 bakraç..  Tuvalet mi?  O müşterek çünkü bahçede… Evin çatısı da yok… yıldızlara baka, baka  dalga sesi eşliğinde yaptık sabahı…
Sabah saat 06.00  Mustafa abim Camiiden gelmiş… Dudu  teyzem tarhana çorbası yapmış, yanında ev ekmeği ve bir tabak mis gibi sele zeytini…
Bizi kahvaltıya çağırdılar.. Gitmeye mecburuz. Çünkü köyde kahvaltı yapılacak yer yok… Ya kahvaltıya gideceksin… Ya da açsın…
Kahvaltı bitti.. Hadi gelmişken bir denize girelim dedik… Giydik mayolarımızı, doğru denize… Sahilde bizden başka kimseler yok…. İşte ne olduysa denizin kenarında oldu…. Eşim demez mi?
“Erdal sen becerirsin, topla şu evin sağını-solunu 3-5 gün kalalım bari”
Biz Denizköy’de 20 gün kaldık.. İhtiyaçlarımızı sabahleyin dolmuşçuya söyledik… Akşamüstü 18.00’de dolmuşçudan aldık…
Uyandığımız her sabah; Domatesimizi, biberimizi, patlıcanımızı, sütümüzü, yumurtamızı çarşaftan sokak kapımızın önünde bulduk…
20 gün Dudu Teyzemiz nereye akşam gezmesine gittiyse… Yanında Sevin de vardı… Gecenin sonunda “Dudu aba, yarın akşam da bize buyurun ama Sevin hocanımı da bekleriz” davetleri alıyorlardı… Bizler için ne fırınlar yakıldı… Ne ekmekler yapıldı, ne tavuklar kesildi sormayın gitsin…
20 gün sonra köyden ayrılırken 20-30 Denizköylü hanım uğurladı bizi… Aralarında gözleri dolanlar bile oldu…
Ne inkâr edeyim; Tabii bütün bunların nedeni eşimin köylülerle kurduğu diyaloğdu…
Hayatımızın en güzel tatillerinden biri olmuştu.. Baksanıza aradan 30 yıl geçti hala her hatırladığımda  beni heyecanlandırıyor… Eşimi de…
İşte o Denizköyde, o yıllarda, Kahveci Naci Gülçağ ile Viyana’da bir suikastta öldürülen Karşıyakalı diplomat Erdoğan Özen’in evi vardı.. Evlerini yaparken yol olmadığından, tüm malzemeyi denizden motorlarla taşıdıkları söylenirdi…
Erdoğan Özen’in evinde Avusturyalılar kalıyordu… Sörfü  ilk defa onlarda görmüştük..  Sörfünü alan 3 dakikada gözden kayboluyor… İlerideki adalarda denize girip, geliyorlardı….
Sonraki yıllarda pek çok Karşıyakalı Denizköy’de yazlık yaptırdı.. Bunların arasında Çubi’nin kaybettiğimiz oğlu Önder Arval ile Gazi Lisesi Beden Eğitimi Öğretmenlerinden Aynur  Varhan ilk aklıma geliverenler….
Yıllar gene hızla akıp geçti… 1987 yılına geldik…
Almanya’da 25 yıl çalışan teyzem artık kesin dönüş yapmıştı….
Bir yıl sonra da Almanya’da evlerinde kiracı olarak oturduğu sağır-dilsiz  6 arkadaşı teyzeme misafir olarak geldiler… Türkiye’ye ilk gelişleriymiş… Teyzem onları gezdirme görevini bana vermişti… Efes- Pamukkale- Balçova Termal otel- Kemeraltı derken epeyce  gezdik..  Dediklerini sadece teyzem anlıyor… Her konuda o tercümanlık ediyordu… Bir gün bir köye gitmek istediklerini  söylemişler.. Ben de onları;   şiş kebapları, adanaları , köfteleri, lavaşları, baklavaları alıp, Balaban Hüseyin abimin minibüsü ile Denizköy’e götürdüm… Yol o zamanlar şimdiki gibi değildi, Dikili’den gelirken bir tepeye tırmanılır…  Denizköy ilk o zaman tepeden kuşbakışı görünürdü…. Balaban Hüseyin abimin minibüsü tam o tepeye yaklaşırken… “ Hüseyin abi köy görünür - görünmez dur” dedim… az sonra zınkkkk… diye bir fren.. Minibüs durdu…
Arabada önce bir telaş sonra bir bağırış başladı… Herkes hayran - hayran bakıyor bir taraftan da telaşla birşeyler tartışıyorlardı… Teyzeme sordum.. Ne tartışıyorlar diye… Cevap; Erdal bunların hepsi buradan ev satın almak istiyorlar…
Köye geldik, minibüsü Mustafa abimin kahvesinin önüne çektik… Mustafa abi beni görünce yüzünde  güller açtı…
-“Mustafa abi, bugün kahveden kaç para kazanacaksın” dedim.
30-40 lira kazanırım oğlum dedi…
Mustafa abim al sana 60 lira; “Kahve akşama kadar bizim” dedim…
Olmaz oğlum, haram olur dedi… Zorla verdim 60 lirayı…
Gizlemeye çalışıyordu ama.. Çok mutlu olduğu belliydi…
Mangal yakıldı, Adana kebaplar, çöp şişler, köfteler mangala atıldı, çaylar demlendi, Yedik- içtik denize girdik-çıktık herkes çok mutlu…
Teyzem yanıma geldi.. Erdal bunlar bir köy evini gezmek istiyor dedi….
Teyze olur ama kişi başı 10 lira ödememiz gerek dedim.. Kabul ettiler…
Dudu teyzemin ilacı eşim Sevin’di… Sevin’i Dudu teyzeme gönderip oluru aldık…
Yatak odasına girdik yer yatağının başında Kuran ile tüfeği gördüler… ŞOKKK…
Yüklüğün perdesini açtık… 8-10  yorgan ile 5-6 pamuk yatak, boyları 1,5 metre olan bir sürü yastığı gördüler…. ŞOKKK..
Bir odanın içindeki tahta kapıyı açtık.. İçeride bir oturak, bir kova,  bir su kabağından tas… Bu ne dediler?  Banyoo dedim… ŞOKKK..
Mutfağa girdik sıra - sıra  10-15 tane koca koca küp… Birinde sirke… Birinde İğde… Birinde ceviz… Birinde kuru üzüm… Birinde turşu… Birinde kalıp kalıp ev sabunu..  ŞOKKKK…
Mutfak diye kullanılan alanın bir köşesinde birbirine uyumlu 2 taş gördüler  “Bu ne” dediler?  “Kıyma makinası” dedim. .. ŞOKKK….
Dudu teyzem; Erdal oğlum “Buraya da bakcenizmi?” dedi.. “Bakalım” Dudu teyzem dedim, oturduğumuz divanın alt kısmındaki örtüyü kaldırıverdi.. 8-10 karpuz, 8-10 kavun, Çok sayıda bal kabağını görünce şaşırıp kaldılar…
Ev gezmesi bitti.. Herkes mutlu  ve şaşkın, Dudu teyzemi köşeye çektim, eline 60 lira sıkıştırdım.. Dondu kaldı, yüzü kızardı.. Bu ne çocuğum  dedi.. “Evi gezme parası” dedim…
Biliyordum; Dudu teyzemin hayatta hiç parası olmamıştı.. Ahir ömrünün sonunda elleri ilk defa para ile buluşmuştu. Utandı, sıkıldı.. Avuçlarını sımsıkı kapattı..
Alman misafirler 15 gün kalıp gittiler…
Teyzeme sordum; Türkiye’de en çok neden etkilenmişler diye…
Cevap; Denizköy’deki Dudu Teyzenin evi ve, Çeşme’de karşılaştırdıkları ayıcı…
Sevgili dostlarım ben bugün restore edilmekte olan  Karşıyaka Tren İstasyonu
Binasının  bir de arka tarafına bakayım dedim….
Baktım… Baktım da 40-50 yıl öncelerden…” Naci Gülçağ’ın Kıraathanesi”ni gördüm,
Sokakları kaplayan okey taşlarının sesini yıllar sonra yine duydum…
Gönül deryasına ben: bazı, bazı
Dalsam bir türlü, dalmasam bir türlü..
Önümde klavye dururken…
Yazsam bir türlü, yazmasam bir türlü…
Erdal Önal- 15 Şubat 2016

Denizköy; Dudu teyzemin evinde Alman misafirlerimizle…

Hiç yorum yok: