20 Kasım 2007 Salı

1856 SOKAK

Yeşim (Öktem)Eroğlu

Ben 1973 Karşıyaka doğumluyum. Sizlere çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği 1856 sokağı anlatmaya çalışacağım. Anlatmaya çalışacağım dedim; Çünkü, insanın ben Karşıyakalıyım. Karşıyaka’da doğdum, büyüdüm. demesiyle, bunu sözcüklere döküp yazması çok farklı şeyler İnsanı alıp, bulunduğu zamandan farklı bir zamana geri götürüyor. Geçmişlere geri dönerken, gözlerimizin önünden akıp giden hatıralar canlanıveriyor. Günün birinde elimize geçen bir fotoğrafa dalıp, gidiveriyoruz. Herkesin doğup büyüdüğü yer ile ilgili iyi kötü pek çok anısı vardır elbette. Ama ben kendi geçmişime baktığımda, burada doğmayı…burada büyümeyi.. buralarda okumayı.. Yani buralarda yaşamayı bir şanş olarak görüyorum kendimde. Bir başka şansım bu Sitenin yazarlarından… çizerlerinden daha genç olmam. Çünkü ben sizlere “Benim eski Karşıyaka’mı” yani 1980’li yılları anlatacağım.
1856 sokak Karşıyaka Ticaret Lisesi’nin karşı sokağını kesen sokaktır. Ticaret Lisesine ve Karşıyaka Lisesine çok yakın olması nedeniyle de okulların açık olduğu dönemlerde çok hareketliydi. Ticaret Lisesi dağıldığı zaman hemen hemen bütün öğrenciler soluğu bizim köşe başında alırlardı. Ta.. ki karşıdan müdür yardımcıları belirene kadar…Okulun dağılmasına yakın saatlerde toplanan sokak satıcıları bayram yerine çevirirdi sokağımızı.. Ama çok iyi hatırlıyorum lahmacuncu en çok rağbet göreniydi.
Mahalle sakinleri neşeli ve yardımsever insanlardı. Benim anılarımda özellikle ramazan aylarının silinmeyen izleri var. İftardan sonra topluca gidilen teravih namazları.. Namaz dönüşü sahurun kimin evinde yapılacağı kararları… dün gibi aklımda. O zamanlar şimdiki gibi herkeste değil cep telefonu, ev telefonu bile yoktu. (sıraya girseniz bile 5 yıldan önce sıra gelmezdi). Bu nedenle haberleşmek için balkonlar arası küçük ziller takılır. Bu zilleri çaldırarak komşular birbirlerini uyandırırlardı.
Hele O yaz akşamları evlerin önüne sandalyeler çıkarılır. Çiğdemler çıtlanır.. saatlerce sohbet edilirdi.
Bir de mahallemizdeki hanımların olmazsa.. olmazı.. salıcımız vardı. Salı’cımız diyorum. Çünkü Salı günleri 10.30 – 11.00 suları bir Anadol pikap sokağın köşesine yanaşıp;
- Salıcııııı… Salıcıııı….. diye bağırırdı. Bu sesi duyan herkes işini gücünü bırakıp, eline taksit kartını alır. Köşe başına inerdi. Bence O zamanlar (1979-1980 ) tüm kızların çeyizi Salı’cıdan düzülmüştür. (Ben dahil) nereden bilebilirlerdi ki; aldıkları O canım emaye ve çinko tencerelerin yerini birkaç sene sonra çelik tencerelerin alacağını…
Salı’cının yerini hemen arkasından sevgili klorakçımız alırdı. Bol cızırtılı hoperlöründen tiz bir sesle bağırırdı.
- Klorakçiiii..klorakçiiii…Her eve…çamaşıra…bulaşığa…klorak geldi…
- Klorakçınız geldi…sokağa… deyip, tüm mahalleyi temizliğe davet
ederdi.
Hele öğleden sonra mışıl..mışıl..uyurken avazı çıktığı kadar bağıran dondurmacımız. Düşündükçe ve hatırladıkça şaşırıyorum. Biz o dondurmaları nasıl yedik diye…Nereden geldiği belli olmayan bu adam. Pis ve kıllı elleriyle dondurmayı külahın içine öyle bastırırdı ki, üç parmağı dondurmanın içine girerdi. Ben şimdi çocuklarıma kesinlikle ambalajsız dondurma almıyorken, O dondurmaları nasıl büyük bir zevkle yerdim İnanamıyorum.
Arkadaşlarla oynadığım 9 kiremitler, yakan toplar..toplu saklambaçlar…O kadar geride kaldı ki; Şimdi kendi çocuklarım sokakta oynamanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Zaman zaman onlara anılarımı anlattıkça şaşırıp kalıyorlar. Artık O güzelim tek katlı evlerin yerini apartmanlar siteler aldı. Çoğumuz üst katımızda kimin oturduğunu bile bilmiyorken elimizden geldiği kadar çocuklarımıza güzel dostluklar kurmayı,komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerini, sıkı tutmayı, örf ve adetlerimizi unutturmadan yaşatmaları için Onlara yardımcı olmayı kendime görev sayıyorum…
Sevgi ile kalın…


ERDAL ÖNAL DİYOR Kİ.:
Yeşim Hanım bu yazısında 1980’li yılları anlatıyor. Fark ettiniz mi, Bilmem. Şikayetler var… Dondurmacının kirli elleri… hala belleğinde.. Şunu hatırladım. 1960’larda mahalleden macuncu geçerdi. Macun tepsisinin tam ortasında kavanoz içinde limon suyu olurdu.. Rengarenk macunlar çomağa dolandıktan sonra;
- Limon suyuna batıralım mı? Diye sorulur, istek üzerine batırılıp verilirdi.5-6 defa yaladınız mı? Limon suyunun damak çatlatan tadı biter..
- Bir daha batıralım mı ? dediğimizde macuncu O güler yüzlü Mehmet Amcanın kaşları çatılır, sesi sertleşir.
- Olmaz öyle şey diye azarlardı bizi. Demek ki 1960’da bile Mehmet amcanın bir hijyen anlayışı varmış.
1960 ‘da da bakkallarda klorak vardı. Ama sokakta satılmazdı. 1980’lerde sokaklarda satılan.. Nerede yapıldığı.. Kimin yaptığı.. İnsan sağlığına zararı olup olmadığı bilinmeyen.. Amaaa.. Bakkaldakinin belki de yarı fiyatına satıldığı için tercih edilen kloraklardı….
1960’larda okul önlerinde Reşadiye gevrek ile tulum peyniri satılırdı. Tufan ATAKİŞİ bir yazısında Reşadiye gevrek fırınını anlatırken. Zeytin odunu Sındırgı’dan, Pekmezi Alaşehir’den gelirdi diyor. Malzemesi özenle seçildiği için damaklarımızda 45 yıldır silinmeyen bir tat kaldı diyor…(Ben de katılıyorum)
Halbuki Yeşim Hanım yazısında okul önlerinde lahmacun satıldığından söz ediyor. Hiç endişem yok ki içi 10 gr kıymaya 100 gr soğan karıştırılarak yapılan ve sıcak dursun diye, kapalı bir sandıkta saatlerce bekletilen lahmacunlardan…
YANİ ŞUNU DEMEK İSTİYORUM;
Siz hiç 1960’ ları yaşayanlardan şikayet duydunuz mu? Ama..1980’lerde yaşayanlarda şikayetler var.. Çünkü iç göçlerin başlattığı kültür karmaşası 1980’li yıllarda hissedilmeye başlamış.. Yeşim hanımın yazısından ben bunu anlıyorum. İşte, eski Karşıyaka’yı da onun için özlüyorum.

Hiç yorum yok: