24 Haziran 2010 Perşembe

Neeerdeee….O eski fuarlar….

Benim çocukluğumda radyo daha evlere yeni yeni giriyordu. 1950’li yılların başlarında almıştık ilk radyomuzu AGA marka idi. Radyo aldığımızı duyan komşular bize radyo görmeye, Akşam olunca da ajans haberlerini dinlemeye geliyorlardı… Üzeri annemin özenle yaptığı dantel örtülerle örtülüyor… Bize de sakın ellemeyin, bozulur, diye sık sık tembihleniyordu… Ama ahşap zeminli hayatta kimsenin olmadığı anları gözlüyor, parmağımı değdirip, değdirip kaçıyordum. Sabah, öğlen, akşam, davudi sesli bir spiker çıkıp haberleri okuyordu.. Bir sonraki haber saatini beklemek bayağı heyecanlı oluyordu… Hiç unutmam, haber saatinden 5-10 dakika önce radyonun etrafında toplanır.. Ramazanda topun atılışını bekler gibi, haberleri beklerdik.

Aradan geçen 8-10 sene sonra ben lise okumak için Karşıyaka’ya teyzemlerin evine gittiğimde de, radyo hala popülâritesini koruyordu. 1849 sokaktaki evlerin çoğunda radyo yoktu. Misafirlikler hala ajans saatleriyle birleştiriliyordu. İnsanlara keyif veren en büyük etkinlik, sayıları 15’i bulan yazlık sinemalara gitmekti…Onun için de akşamüstüleri ağızlarına dayadıkları huni biçimli aletle hangi sinemada, hangi filmin oynadığını sokak sokak gezerek duyuran çığırtkanlar ile yanında filmin afişini taşıyan arkadaşının geçişini hiç kaçırmazdık… Zamanla çığırtkanlar faytonlara binmeye başladı.. Sonunda da Anadol kamyonetlerin üzerine hoperlörler monte edilerek.. Çığırtkanlık çağdaşlaştı… Her dönemde duyuruların sonundaki… ”Aşk… İhtiras.. İntikam… Hepsi bu filmde” tekerlemesi hiç değişmedi yıllarca….

Sinemalarda filmler haftada bir değiştiğinden… Haftanın 6 akşamı, eskilerde olduğu gibi hep kapı önü sohbetleri devam ediyor… Gençler sokak aralarında arabaların olmadığı dönemlerde bisiklete binmenin tadını çıkarırken… Büyükler önce çiğdemlerini çitliyor, sonra da tuzdan kuruyan dudaklarını çay veya gazozcu Nedim’in haşlama gazozları ile ıslatıyorlardı… Her ne kadar gençler, çocuklar, bisiklete binse, veya 60 wattlık sokak ışıklarının altında saklambaç oynasa da, akılları hep akşamın “İkram saatleri”nde olurdu…

Nedendir bilmem Sahildeki Portafino ve Akvaryum gazinolarına gitmek hep hafta sonlarına denk getirilir… Öyle olunca da iki gazinoda hafta sonları iğne atsan yere düşmezdi… Çok sık olmasa da 1960 yılları öncesinde bazen sarmalar dolmalar haşlanmış yumurtalar gündüzden hazırlanır, vişne reçelinin artan suyu, daha da sulandırılarak vişne şerbeti yapılır, şişelere doldurularak filelerle sahile taşınırdı.. O yıllarda iskelenin hem sağında hem solunda deniz suyu çekildiğinde ortaya çıkan kayaların üzerine oturularak akşam yemekleri yenir.. Deniz özlemi, iç kısımlarda oturanlarca böyle giderilirdi. Yanımızda içme suyu götürmezdik çünkü iskelenin sağındaki artezyenden sürekli Yamanlar Suyu akardı…. İskelenin önündeki geniş beton alanda yarım saati 5 kuruşa bisiklet kiralamak da keyfimize keyif katardı. Karşıyakalı çocukların da sanırım çoğu bisiklet binmeyi böyle öğrendi… Çünkü 1960 öncesi fakirlik yıllarında ailelerin çocuklarına bisiklet alması çok büyük lükstü… O yılların bisikletleri Rale, Miele marka, ciddi ve pahalı bisikletlerdi….

Kapı önü sohbetleri… Yazlık sinemalar… İskeledeki gazinolar… Akşamüstüleri sahil turlamalarından büyük keyifler alsak da, İzmir’de yaşayanların her yıl en büyük özlemi Fuar’dı… O yıllarda Fuar 20 Ağustosta açılır, 20 Eylüle kadar sürerdi.. Heyecanımızı yenemez temmuz başlarından itibaren sık sık yolumuzu fuara düşürür… Dev bir şantiyeye dönüşen fuardaki hazırlıkları heyecanla eşe - dosta aktarırdık…O yıllarda Fuar İzmir’li gençler için çok önemli çalışma alanı idi… Pavyonlardaki reyon görevi… Büfeler… Hediyelik eşya standları… Gazinolar … Derken binlerce genç çalışırdı Fuarda…. Ama kim ne derse desin bu işlerin en popüler olanı pavyonlardaki standlarda çalışmaktı….

O yıllarda 100’e yakın devlet katılırdı İzmir Fuarına, Fuarın açılış günleri ana- baba gününe dönerdi… Açılışları mutlaka dönemin Başbakanı yapardı… Veya o yapamıyorsa Sanayi Bakanları açardı fuarı…. Lozan Meydanı gelinler gibi süslenir, törenlere katılanların sayısı onbinleri bulurdu…

1960 öncesinde fuara banliyö trenleri ile gidilirdi.. Çiğli-Basmane-Çiğli banliyö trenleri akşam saatlerinde seferlerin sıklaştırılmasına rağmen hınca - hınç dolardı. Trenin basamaklarında bile yer bulunmazdı. Sonraki yıllarda Uzak Doğu ülkelerindeki salkım-saçak yolcu trenleri fotoğraflarını gördükçe aklıma hep Fuar döneminin banliyö trenleri geldi benim…. 1960 sonrasında Belediye, Karşıyaka ile 26 Ağustos Kapısı arasında otobüs işletmeye başlayınca kurtuldu Karşıyakalılar fuara gidip-gelme eziyetinden…

Aman Allahım ne büyük keyifti, pavyon pavyon dolaşmak… Her standdan ne işe yarayacaksa, kucaklar dolusu broşür toplamak, Almanya pavyonunda son model mersedesleri… Ambulansları.. İtfaiyeleri… İngiliz Pavyonundaki koca koca makinaları, Amerikan pavyonundaki uzay aracı maketlerini…Sovyet Pavyonundaki hantal hantal aletleri, Pakistan Pavyonundaki hazaran koltukları, ahşap paravanları, ipek dokuma giysileri… tekrar tekrar gezmek…Sonra da bitap bir vaziyette son otobüsle Karşıyaka’ya dönmek…Dönerken de kim daha fazla broşür topladı yarışına girmek…

Ailecek gittiğimiz zamanlar ucuza mal etmek için yemekler evden götürülürdü… Genellikle de kol böreği tercih edilirdi. Önce Lunaparkta çocukların kurtları dökülür, karanlık çökünce de Etnoğrafya Müzesinin karşısına, Paraşüt Kulesinin de tam arkasına gelen, uzun havuzun çevresinde boş bank bulmak için çocuklar görevlendirilirdi. Mis gibi börekler sarmalar dururken aklımız hep sandviç veya tostta olurdu…Karnımız doyduktan sonra pavyonları gezmeye başlardık. Turyağ ve Tariş’in pavyonlarını pek severdik, Turyağ Pavyonundaki köpük havuzundan bir avuç köpük almak veya sabundan yapılmış mis gibi kokan minik heykelcikler (Bizde hala bir tane var) büyük keyif katardı çocukluk dünyamıza, Tariş Pavyonunda üzüm şırası içmek de hala unutamadığım tatlardan biri. Paraşüt Kulesinin çevresindeki hediyelik eşya satıcıları da mutlaka uğranan yerlerdendi, kolyeden, küpeye, Beyaz Zambak kolonyasından, Karesi Kolonyasına, Afyon kaymağından, İzmit pişmaniyesine ne ararsan bulunurdu orada. Büyükler hediyelik eşya ile ilgilenirken, bizde paraşütle atlayanların kıçüstü düşüp, düşmeyeceklerine bahse girerdik… Eğer atlayan düşmezse de bir alkış tufanı ile ödüllendirilirdi. O yıllarda Yeni Asır ve Demokrat İzmir Gazeteleri hergün bir önceki gün Fuarı ziyaret edenlerin sayısını verirdi, Ben 80-100 binleri çok net hatırlıyorum. O yılların fuarından unutamadığım bir başka anı da her akşam fuarda onlarca kayıp çocuk anonsunun yapılması….” Üzerinde kırmızı elbise, yeşil ceket, beyaz ayakkabısı olan başı kordelalı…10 yaşlarında bir kız çocuğu bulunmuştur….” Gibi fonda duyulan ağlayan bir çocuk sesi de anonsu daha etkili yapardı…

Geceden artan zaman olursa; Bir gazinonun yakınında zamanın ünlülerini uzaktan dinleyerek yorgunluk atar, sonra yorgun… Bitkin.. olarak dönüşe geçerdik. O yıllarda Fuar ses sanatçılarının arenasına dönerdi. İstanbul’daki tüm Türk Sanat ve Halk Müziği sanatçıları adeta İzmir’e akardı…”Sanat Güneşimiz” ( Bu deyimi çok seviyorum, Çünkü yakışıyor) Zeki Müren nerede sahneye çıkıyorsa en popüler gazino orası olurdu. Diğer gazinolarda Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Neşe Can, Güneri Tecer, Nevin Demirdöğen, Ahmet Üstün, Ahmet Sezgin, Saniye Can, Muazzez Türüng, Celal Şahin sahne alırdı. O yıllarda Daha Muazzez Abacı, Seçil Heper, Hülya Sözer, Bülent Ersoy’un da erkek versiyonu daha yoktu ortalıkta. Ferdi Özbeğen; Bahçesinde mini golf oynadığımız Kübana Gazinosu’nda arabesk müziğin temellerini atmakla meşguldü. Gazinolar kadar her yıl gelen sirkler ve buz revüleri de popüler mekanlardandı.

O yıllarda evlerin yüklüklerinde fazladan birkaç yatakla yorgan olurdu. Taşrada oturan akrabalarla yıl boyunca mektupla hasret giderilirken, Fuar zamanı gelince olan biten akraba İzmir’in yolunu tutardı… Eline birkaç kilo zeytinyağ… Zeytin… Kuru üzüm… Ceviz.. Pekmez gibi taşra ürünlerini alanlar soluğu İzmir’de alırdı.. Yemekler koca, koca tencerelerde pişer, Çok kalabalık olduğundan kadınlar bir odada, erkekler bir başka odada balık istifi yatardı. Yalnız bizim evde mi böyle olurdu? Yoksa pek çok evde de manzara böylemiydi bilmiyorum. Ama 25-30 kişi fuara gittiğimizi çok iyi hatırlıyorum…

Şimdilerde ne zaman 20 Ağustos gelse, Ben hep o yıllara giderim, Bir köşede oturur… Dalar giderim 50 yıl öncesindeki geçmişime, pek de keyiflenirim bunları düşünürken.

Bundan 2-3 yıl önceydi sıcak bir haziran gününde yolumu fuara düşürdüm, bir kapısından girdim bir başka kapısından çıktım, aman Allahım bizim o güzelim fuarımızı otopark yapmışlar. Bir zamanlar eşek arabalarına.. Daha sonraları da mini trenlere mekan olan fuarın çevresindeki yol şimdi yerini yürüyüş bandına bırakmış. Artık ne hayvanat bahçesi yakınındaki pipisinden su akan çocuk heykeli… Ne de ağzından su fışkırtan 3 at heykeli duruyor yerinde….. Binlerce otomobil almış, binlerce insanın yerini, çıt çıkmıyor hiçbir yerden, biliyorum; Sesi çıksa “Nerede o eski yıllar” diye bağıracak benim fuarım… Ama fuarın o dilinden kaç kişi anlayacak, derdine kimler ortak olacak bilmem…. Amaaa.. O geçmiş yıllara 3 tanık vardı, O gün orada… Ben, kuşlar ve ağaçlar….
Erdal ÖNAL - 2010

14 yorum:

Melda Ok dedi ki...

Buna bir aferin değil 10 aferin bile
yetmez.
Ağzına,eline sağlık.Çok uzaklara gö
türdün beni.Üç sene üst üste Amerikan
pavyonunda çalışmıştım.Pyrex'in ve
ateşe tutulunca yanmıyan cam elyaflı
kumaşların tanıtıldığı zamandı.Pyrex'in kırılmadığını göster
mek için kuvettle bir mermer bloğa vururduk.Benimkisi ilk darbede 2 ye bölünmüştü de ziyaretçilerin kahkahalarından nasıl kaçacağımı bilememiştim.Allahtan yanımdaki reyondaki arkadaş çakmağını yanmayan kumaşa tutunca koca top kumaş alev alev yanmağa başladı da herkes yangından korkup birbirlerini ite kaka dışarı çıktı biz de daha fazla rezil olmaktan kurtulduk.

Adsız dedi ki...

Valla ağabey okur okumaz mesajını ve yazını hemen yorum yazmaya koyuldum ama işyeri telefonlar araya girdi...Fuar ah o Fuar...Her dönemi ayrı hikaye konusu, çocukluk zamanı , Fuar demek Lunapark demek, hayvanat bahçesi demek (burada pak Bahadır'ı saygıyla anmak isterim, o bizim filimizdi, sirklerle gelenler gibi bizi terkedip gitmezdi) biraz büyüdükçe pavyonlar, gazinolar , biraz daha büyüyünce sezon dışında okul kırınca gidilecek kuytu (!) yer demek olan Fuar ile ilgili yazını okurken bir şey dikkatimi çekti, yorulduk, bitap düştük demişsin ya ağabey, onunla ilgili bir şehir efsanesi vardı, ama gerçekti bence, elektrik kabloları yer altından gider ya Fuarda o bakımdan insan daha çok yorulurmuş...Neyse o rengarenk, bu yaşıma kadar hala eşi benzerini görmediğim devasa uçan balon kümeleri çok eskilerde kaldı...kalıbımı bilen bilir , ben daha çok yeme içme işleri ikle ilgiliydim Fuarda, Tariş hemen 26 Ağustos kapısına yakın olduğu için tamamen kontrolümüz altındaydı ama önce uğramamamız gerekn bir yer vardı, Fiskobirlik'ten "piccolo" fındık alınır şıra'ya eşlik etmesi için. Alemci olacağımız o zamandan belliymiş, belki tost hikayesine benzeyecek ama 10 tane şıra içtiğimi bilirim, sonraları belli bir sayıdan fazla vermememeye başlamışlardı, umarım benim bir suçum yoktur...Piyale makarna yapar satardı o zamanlar için devrimci bir yaklaşımdı...Sonraları Efes benzer işler yaptı, heps,ne gereğince ilgi gösterdik.
Paraşüt kulesi ve çevresi çok güzeldi, kolonyalar çeşit çeşit, ışıklar rengarenk müthişti. Biz Fuarda soğuk savaşı da dibine kadar yaşadık, ama bence bu savaşın galibi S.S.C.B. idi, Fuara gerçekten ayrı bir önem verir , daha geniş olan pavyon alanında uzay çalışmalarından da örnekler koyarak resmen şov yapardı...Alman pavyonunda genellikle gelecek sene ESHOT'a alınacak otobüsleri yakından görürdük :) Bazı ülke pavyonları çocukları düşünür, düzenledikleri sinema oturma düzenli beyazperde önünde çizgi film gösterir benim gibi garipleri sevindirirlerdi...O ne işe yaradığı belli olmayan broşürleri toplardık resimlerine falan bakardık...bazıları promosyon ürünler de verirlerdi...Broşür vermeyen ülke pavyonlarına girmezdim bile çoğu zaman...Bir de ençok sevdiğim, yerli malları haftası okullarda daha bir coşkuyla kutlandığı için olsa gerek, Sanayi teknoloji bakanlığı pavyonuydu, orada ne ararsan vardı, hatta yürüyen merdiven bile vardı yanlış hatırlamıyorsam :) Bir çırpıda yazabildiklerim bunlar, elbet daha neler vardı, ama başkalarına da fırsat tanıyalım kendi usluplarınca anlatmaları için...Daha gazinolara gelemedik bile...

Unknown dedi ki...

Gerçekten çok hoş,özlediğim fuarı ne güzel yorumlamışsınız.İstanbul'da yaşadığımdan geçen sene kuzenimle Fuara gidip anıları canlandırmak istemişdim..Nerde benim eski Fuarım, hayal kırıklığına uğrayıp döndüm.Ellerinize sağlık siz kaleminizle özlediğim Fuarı yaşattınız bana.Teşekkürler...Gökçen Özçakır..

Erdal Önal dedi ki...

Sevgili Karlisli arkadaşlar,

Grubumuzda çok kıymetli bir arkadaşımız var ERDAL ÖNAL. Bu arkadaşımız yaz günleri, yazlığında hamağında sallanır durur ve hep düşünür,bu defa yine düşünmüş aklına fuar gelmiş.Gelde eski günleri arama.

Bildiğiniz gibi eskiden fuar otuz gün idi. Ellili yıllarda,gençliğimizde fuara muhakkak surette takım elbise, kravat ile giderdik.Fuarda neler yoktu, çeşitli sanatkarların konserler verdiği çeşitli gazinolar, medrano Rus sirki, buz revüsü, belki 40 belki 50 memleketlerin açtığı pavyonlar. Gez gez bitmez ve kaldığımız yerden birkaç gün sonra tekrar devam ederdik.

Birgün Zeki Müren; in konserindeydik. Işıl ışıl elbiseleri ile sahneye çıktı, o zamanlar daha bu tip giyinmeler yeni idi, ilk defa Zeki Müren çıkardı bu tip giyinmeyi. Sahnede tam şarkının ortasında durdu, müzik durdu, sahnenin kenarına geldi, AY BAKIN BÜLBÜL SESİ, bana rakip çıkmaya çalışıyor deyince çok büyük alkış kopmuştu. (Allah rahmet eylesin.)

Fuar açık hava tiyatrosunda da bir çok oyunlar seyretmiştik. Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın.

Siz hiç paraşüt kulesinden atladınızmı? Anlatayım: İki arkadaş merdivenlerden yukarı çıktık, açık olan paraşüt yukarı geldi, Vazifeli bir memur sizi belinizden ve apış aranızdan bağlıyor. Bana atla dedi, aşağıya bir baktım atlanacak gibi değil, tam vazgeçtim diyeceğim zaman memur, atla demesi ile popoma bir tekme indirdi, ben yallah aşağıya. İlk anda o paraşütün boşluğu insanın içine işliyor. Bir dahamı tövbeler tövbesi. İsterseniz siz de bir deneyin.

İki sene evvel fuar zamanı İzmir’de idik. Senelerden beri fuara gitmemiştik. Basmahane kapısından girelim dedik, gişelerin yanında bir kapıdan herkes para vermeden girip çıkıyordu. Herhalde ücretsiz olmuş dedik biz de girdik. Fuar on gün olmuş, ne gazina var nede doğru dürüs pavyonlar. Birer sandevüc birer çay içelim dedik doğru dürus bir yer bulamadık. Bir yerde tost çay siparişi verdik pişman olduk. Köy kahvesi oradan daha iyidir herhalde.Paraşüt kulesinin yanlarında bir iki küçük satış yerleri.

Paraşüt kulesinin yanındaki o mescitin minaresi ne kötü şeydi öyle. Bunları idareciler görmüyorlarmı acaba? Ve yarım saat dolaştık ve kaçtık. Hey gidi günler hey.Demekki bizler o zamanlar boşuna takım elbise ile gidermisiz fuara. Selam ve sevgiler.

Fikret TOPAÇ

Erdal Önal dedi ki...

Sevgili Erdal ÖNAL`IN dedigi gibi, Fuar anisi olmayanimiz yoktur herhalde...

Sene 1974 ...50 yil öncesi degil, ama 36 yil olmus..6 Fen A KEL 72 li Osman Tanik , 6 FenB `den Selim Avci ve ben, o yaz mutlaka para kazanmak istiyoruz. Fuar müdürlügüne yaptigimiz yazili , fotografli basvuru sonunda, rahmetli Baba`min Izmir Belediyesinde sözü gecen Adalet Partili bir akrabasinin torpili ile bizi ise aldilar. Fuar kapilarinda bilet kontrölü yapacagiz..Sevincten göklere ucuyoruz..elimize haftada 700-800 lira para gececek..Fuar acilmazdan bir kac gün önce, Müdürlügün önünde toplanmamiz istendi.. Görev taksimi yapilacak. Kimin hangi kapida calisacagi belirlenecek.
Ben daha önce 1972 de yine biletci olarak calistigim icin tecrübem var...insallah 26 Augustos yada Kahramanlar kapisi olsun diyorum..giren cikani az...en kötüsü Basmane..sabaha kadar isler..Kahramanlar olursa en azindan bir sürü söhretli sarkici önümüzden gececek...o zamanlar sanatcilar Kahramanlar kapisini kullanirlardi, daha tenha oldugu icin..Kapidan gecen sanatcilardan, kapilarda sürekli calisan memurlar sürekli rüsvetlerini isterlerdi.."Gazino Bileti" ..Bize tembih edildi; Zeki Müren`den böyle bir sey kesinlikle istemeyin diye..Zeki Müren hangi turnikeden gecerse gecsin, oradaki biletcinin elini SIKAR (büyük harf yazdigim icin kusura bakmayin klavyemde noktasiz i yok) , iyi aksamlar dilemeden, bugün nasilsiniz diye hal hatir sormadan asla gecmez...bir gün benim önümden gecerken, adimi sordu ve "izinli oldugunuz bir gün sizi Gazinoya (Manolya) bekliyorum, adinizi kapidaki görevliye söyleyin yeter" dedi. Kapida ki diger görevliler beni cig cig yiyecekler...ama piyango bana vurmus...Gercekten gittim, bedava konser..en önden ikinci sirada..
Neyse.. iki yil sonra ücümüz de basardik..birlikte is bulduk..
Erkenden gittik..Osman ve Selim`e insallah diyorum ücümüzde Kahramanlar Kapisina düseriz..Müdürlügün önü ana baba günü gibi.. vardiyeli calisildigi icin en az 100 kisi var..Agustos sicagi cökmüs, millet agaclarin altinda serinlemeye calisiyor..nihayet saat 11.30 a dogru "Kapilar Sorumlusu" bir zat, arz-i endam eyledi..biz ücümüz ayri ayri duruyoruz..aramizda baskalarida var..Görev taksimi basladi..adam rasgele isaret ediyor; sen Basmane`ye sen Lozan`a sen Montrö`ye falan ...bir ara durdu, söyle kalabaligi bir süzdü, aramizda en az 20 metre var, beni, Osman`i ve Selim`i isaret ederek, "siz ücünüz dogru Hayvanat Bahcesine" dedi..milletde gülüsmeler falan...biz bozuntuya vermiyoruz..bir araya geldik..ne yapalim dedik is ayni is, oradada bilet buradada...
Sicaktan uyusmus bir vaziyette, görev yerine dogru giderken,Selim`in monoton, yavas yavas, hic inisi cikisi olmayan, dümdüz madeni bir sesle söylediklerini hic unutmam;
- Adam maldan anliyo abi..kapiya bizi mostralik koyduki, bizi gören millet, ulan kapida bunlar varsa kimbilir icerde ne cins mahlukatlar vardir diye merak edip girsinler..

KEL 72 6fenb Erhan Bilgen

Erdal Önal dedi ki...

Sevgili Erdal, Fuar konusunu gündeme taşıdığı ilk gece
saatlerinde ben de birkaç satır karalayıp, Erdal'ın Blog'una
kaydedeyim dedim.Yazımı yazdım,ancak teknoloji özürlü oluşum nedeniyle
beceremedim ve yazıyı da o ortamda kaybettim......
Sevgili Erdal, Fuar'da çalışmış Karlisliler var mı
diyor...Olmaz mı? Ben 1962 Fuar'ında FİNLANDİYA pavyonunda
çalışmıştım.Amca oğlu Gültekin ise hemen yandaki İSVEÇ
pavyonunda...İki kuzen, çalışma hayatımızın ilk işyeri adresi FUAR
olmuştu...Çaşıştığımkız ülke pavyonları GÖL gazinosu'nun hemen
yanı..hemen arkasında AKASYALAR bahçesi..yanında Küçük Göl ve ADA
gazinoları....Eh...artık oralarda çalışan şöhretlerin sesleri ile
kulaklarımız şenlenmekte....Daha sonraları büyük şöhret olan Neşe
KARABÖCEK, Küçük Göl'de sahne alıyordu...Duyduğum ve halen dinlediğim
en güzel seslerden birinin o muhteşem sesi hala kulaklarımda...
Fuar'ın bende çok anıları var...Çünkü, sonraki yıllarda
Fuar'ın hazırlanması sürecinde, katılan ülkelerin Gümrük işlerini
yapan bir firmada çalışmam nedeniyle, Erdal'ın sözünü ettiği Şantiye
halini çok yakından bilirim...Fuar'ın açılış saatlerine kadar büyük
bir telaş ve işlerin yetişememesi kaygısı ile geçen süreci şu an
tekrar yaşar gibiyim...
İzmir Fuarı'nın eğlence ve kültür yönü dışında, İzmir ve
Türkiye için daha önemli bir yönü daha vardı, pekçok arkadaşımın
bilmediğni sandığım...Türkiye'ye ithal edilen birçok mal çeşitleri
(Makine,gıda vs.-özellikle baharat türleri) Fuar'a katılan ülkelere
tahsis edilen kotalar dahilinde gerçekleşirdi..Fuar Kotası denilen bu
sistem içinde, fuar öncesi Bakanlar Kurulu kararı ile toplam bir kota
belirlenir,(Toplam 30 milyonDolar gibi)Bu kota katılan ülkelerin
ekonomik potansiyellerine göre dağıtılırdı...Bu çerçeve içinde, benim
çalıştığım firma, genelde Afrika ve Uzak Doğu(Pakistan-Hindistan gibi)
ülkelerden getirilen malların gümrük işlerini yapardı...Bu nedenle
Fuar zamanı bizim evde Karabiber,Hindistan Cevizi(Rendelenmiş veya
tane)Kına gibi baharat çeşitleri çok olur ve fazlalıkları komşulara
verirdi rahmetli annem....Şimdilerde kota vs. gibi şeyler Liberal
Ekonomi denen uygulamalar nedeniyle özellikle gençler tarafından
bilinmez....
Yaaa....sevgili Erdal, ortaya FUAR diye bir konu attın,bak
neler çıkıyor ortaya geçmişlerde kalan birçok güzellikler ve
anılar....
Günümüz dünyasında, Fuar bizlerin anılarında kalan gibi olması
ve tekrar yaşatılması olanaksız...Bunda sadece günümüz yönetimlerini
sorumlu tutmak da haksızlık olur diye düşünüyorum....
Erdal'cım...yazımı Bloguna ekleme şansım olmadığı için gene
yazışma ortamına yolluyorum...Bundan sonrası senin takdirin
olacaktır....Selam ve sevgiler....Recai ACAR

Erdal Önal dedi ki...

Şener BALTEPE ağabeyim bana gönderdiği maillerde Bakın neler diyor;

Hımmerika Hımmerika..Türkler dünya durdukçaa..Beraberdir seninle..Hürriyet savaaşında..diye uzar giderdi Celal incenin şarkısı. O dönemler sanki vatan toprağını savunuyomuş gibi oluk oluk kanımız akardı elin Korelerinde.Bu şarkı da beyinlerimizi yıkar,muzır düşüncelerden arındırırdı.İşte bu plak Amerikan pavyonunda dağıtılır,yanında da süttozu ve peynir verirlerdi.Tangocu Celal ince bu plağın ödülü olarak ömrünün sonuna kadar Amerikada yaşadı.
ABD ve SSCB pavyonları karşı karşıyaydı ABD pavyonunda Ayzınavır, Diğerinde kruşçofun resimleri...SSCB pavyonunda tüm eğitim ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz olduğu propogandası resimlerle pekiştirilir,biz de bu propogandadan masum beyinlerimiz etkilenmesin diye kendimizi diğer pavyonun özgürlük dolu havasına atardık.Gerçi bu arada Konaktaki Memleket hastanesinin koridorlarındaki hastaların durumu da aklımıza gelmez değildi hani.
Daha sonraki yıllarda sputnik ve Gagarin resimleri sovyetlerin pavyonunda bu yarışta elde ettikler üstünlüğün somut bir kanıtı olarak arzı endam etti idi..
Bitmedi.Daha neler var neler..


9 Eylül kapısı önündeki fıskiyeli havuz 1959da yapıldı.Ben o zaman Karşıyakanın renkli simalarından Nevzat Ortabaş abinin oğlu Nihat’a ders veriyorum bütünleme sınavlarına hazırlanması için.Mekan Nevzat abinin yedek parça ticarethanesi.Beni kendisine Tahsin Yaşamak hoca tanıştırmıştı övgü sözcükleri eşliğinde.Oğlu Coşkunu bütünleme sınavına hazırlamıştım ve başarılı olmuştu. Nihat kafa dengi bir çocuktu.Dersten sıkılınca arka kısımdaki pamuk balyaları üzerinde güreş tutardık onunla.
Neyse bir gün birden büyük bir patlama ile dışarı fırladık.Fıskiyeli havuzun yanına vardığımızda bir kaynak işçisinin oksijen tübünün patlaması sonunda parçalanmış cesediyle karşılaştık.Bu beni çok etkilemişti.
Basmaneden Montrö,oradan da Lozan yönüne giderken fuarı ve karşısındaki duvarlara yazılmış 'bilmemkaçıncı İzmir fuarına hazırlanınız' yazılarını hatırlar mısınız?
Recep Özgen Çay Sarayını hatırlayanınız var mı? Akşamüzeri gider kurulurduk bir iskemleye ve Basmaneden ilk trenin kalktığı sabahın 5’ine kadar program izlerdik bir çay parasına. Kimler yoktu ki? Program saz heyetiyle başlardı.Sonra Şadan Adanalı, Zeki Müren’in çakması İsmail Şenbahar.sanat hayatında henüz emekleme dönemindeki gencecik Bedia Akartürk, Nazmi Yükselen, Ahmet Üstün ve daha niceleri arzı endam ederlerdi.Ahmet Sezgin’i de hatırlıyorum orada.
Bak şimdi..Fuar deyince çevresi de gözümde canlandi.İkbal sineması.Yüklerin arabanın üzerine sarıldığı burunlu fordlarıyla şehirlerarası terminal falan gibi.
..
Neyse efendim, fuarda iki tane disko vardı. Bunlardan biri benim favorim olan Dağ Disko idi. Şimdilerde yerinde limonata, poğaça falan satan bir baraka var.Bir de Alsancağa doğru Gündoğdu civarında A Disko vardi. Şimdi ara ki bulasın..
Bu dağ disko bakıldığında dağa benzetilmiş bir yapıydı.Yoldan da görünen gözalıcı bir güzelliğe sahipti.İçersi iki bölmeliydi.Gözden uzak olmak isteyenler iç bölmede otururlardı.Burada bir şömine ve yanında da iri odun parçaları vardı.Şömineyi pek yakmazlardı.Bir gün sorduğumda garson odunların ileri gidenleri yola getirme amacıyla kullanıldığını söyledi.Gözlerinde hiç de şaka yapar bir ifade yoktu..
Diskonun ışıkları altında turunç dilimi atılmış cin toniğin gözalıcı fosforlu bir işık yaydığını söylememe bilmem gerek var mı? Hadi daha fazla anlatıp ta bir yerinizin şişmesine sebep olmayayım.
Ön tarafta disk jokeyin döndürdüğü plaklar içinde en çok Sandy Poseyin'Hung up in your green eyes' ve Beatles'in 'Yesterday' parçası hoşuma giderdi.Anlattıklarıma bir anlam kazandırmak için o dönemlerde 'sultanlık' yani bekarlık dönemimi yaşadığımı da önemle tebarüz ettirmek isterim sevgili okuldaşlarım benim..

Erdal Önal dedi ki...

Kenan KADER Bana attığı mailde bakın neler diyor;


Duygulandım,müsaadenizle benimki de sondan bir önceki nokta olsun;Eeeee gerçekten bayaaa ağır bir konu işleme ,ağırlığı da, bana göre,Sayın BALTEPE'nin işleyişindeki güzelliğinden ileri geliyor.Tarişin buz gibi şırasını önceleri kana kana içerdim,sooraları sattım bile,burda konusu açılınca yavaş yavaş canlanmaya başladı hayalimde.O motorsikletlileri de haalaaa anlamış değilim sanki,hem de mühendis olmama rağmen,belki de anlamak istemiyorum, güzelliği de burda belki.Gerçekten neeebiçim öyle dönüyorlardı o yuvarlak düz dik duvarın üzerinde hiç düşmeden o hızla.Sanki yukardan bakınca dışarı fırlayıverecekmişler gibi geliyordu insana ama yine de fırlamıyorlardı.O Treni de unutmak ne mümkün,sanki o trene binince başka dünyalara yolculuk edecekmişim gibi hissederdim.Nerelerden geçicez kimbilir derdim belki de o an büyürdüm,karmakarışık ancak şimdi özlemle andığım ve bir daha tadamayacağım duygular.Neredyse aylar öncesinden başlardık sevinmeye Fuara gideceğiz diye ,o zamanlar adının bile tadına doyum olmazdı.Manolyaları,Çay Bahçeleri,Ekici Överleri ,Göl Gazinosu,Akasyalar,Kübana sanki yıllarca anlatsak bitmeyecekmiş gibi.Fuarda kaybolmanın bile bir güzelliği vardı.Yolunda yürüken etraftan gelen o çeşit çeşit nağmeler,koşuşturmalar itiş kakışlar,atlı karınca,salıncak,kafamı kaldırıp validenin bir taraftan kolumdan asılttırırken bir taraftan da ha şimdi atlıyacaklar ha şimdi diye aval aval baktığım Paraşüt Kulesi.Herkeze göre muhakkak bir şeyler vardı küçüğü büyüğü.Tencerene dolmanı doldur dal bir ağacın altına oooh keyfe bak.Eee semaveri de ayrı bir zevk ve bir ayrıcalıktı hani fokur fokur ne havalar ne havalar çayını doldururken içerken. Hayvanat bahçesinde koskoca Fille sanki herkez ayrı bir dostluk arkadaşlık kurmuştu Bahadır la.Garibim nicelerini sevindirdi özletti soora da çekip gitti.Piyalenin soslu makarnasını ara ki bulasın o zevki.Otobüs Gar'ının bile ayrı bir güzelliği vardı yağlı kirli .Nerdeee şimdi fuar diye birşey kalmadı ,10 günlük ne idüğü belirsiz ne yapıyorlarsa orda kimler varsa.Birsürü milyonlarca insanın hatıralarını özlemlerini ,güzelliklerini alıp götürdüler.Kalanı da alıp başına çalsın sebep olanlar.Ooof of efkarlandım akşam vakti.Bugün firmanın biri de fuarda standt açacakmış da davetiye verdi soora yarım saat fuarın eskisini yenisinin muhabbetini yaptık ayni burdaki gibi ne demeli bilmemki.Sevgi ve Saygılarımla.Kenan Kader

Erdal Önal dedi ki...

Müşerref ABAY bana attığı mailde Fuarla ilgili
bakın neler anlatıyor..


Çocukluğumdan hatırladığım fuar açıldığında akşam üzeri Nergis'ten trene binip basmane kapısından fuara girişimiz annem babam ve kızkardeşim önce pavyonları gezerdik benim ilgimi çeken isviçre pavyonuydu çeşit çeşit kol saatlerini hayranlıkla seyrederdim birde o yıllarda hint filmlerini çokça seyrettiğim için hindistan pavyonundaki rengarenk kumaşlar turyağ pavyonundan mutlaka bir ayıcık şeklinde sabun alır çarşısından da bir oyuncak taş bebek sonra yorgun argın Basmaneden trene binilir uyuklayarak eve gelirdim bir keresinde 3 yaşındaki kızkardeşimi fFuarda kaybetmiştik karakolda elinde dondurma bulduk hala hatırlarken ya bulamasaydık diye ürperirim yıllar sonra fuarın Kahramanlar kapısının karşısında bir eve gelin gittimve yıllarca fuarla yanyana yaşadım fuarın hazırlığı ağustos başında başlardı evimizin karşısına çadırlar kurulur bazen bu çadırlara dansözler gelir bizde balkonan seyrederdik fuarın en güzel gecesi 9 eylülde olurdu aşırı kalabalık fener alayları bir başkaydı kahramanlar kapısından girince hemen sağda bir çay bahçesi vardı eşimle çok geceler orada sabaha kadar otururduk eşim fuar taksi durağında çaıştığı için fuar zamanı sanatçıları oteline taşırdı durağın anlaşması gereği sanatçılardan davetiye alır birlikte giderdik Ekiciöver Manolya Akasyalar Göl Gazinosu dolaşırdık eşim daim fuarla iş yaptığı için benim çok sevdiğim bir yerde Dağ Diskoydu hamileyken bile gittiğimbiryerdi o yıllarda trt çekimleri fuarda yapılırdı biz heryere ertan abi buyur diye girerdik fuarın Kahramanlar kapısından girince solda Çamlık Senar bahçesinde nejat uygur tiyatrosu vardı çok seyrettim fuar zamanı civardaki aileler evlerini tiyatro sanatçılarına kiraya verirdi kendileri akrabalarının yanına giderdi sonra fuar enternasyonallığını yitirince çöküm başladı gazinolar yıkıldı hayvanat bahçesi taşındı şimdi fuar köy gibi sadece hıdrellezde romanların mangal yapıp eğlendikleri bali koklayanların mekanı oldu İzmir'in her yerinde olduğu gibi İzmir artık eski İzmir değil..

Unknown dedi ki...

Gozlerim doldu bir an, cok tatli anlatimlar,agizlariniza saglik diyorum.Butun bu hatiralar hele benim buradan "LOS ANGELES, CALIFORNIA" gibi bir mesafeden okudugumda cok daha duygulu geldi.
ben 1950 dogumluyum
1869 sok.Alaybey, ve sonradansene 1965 te Banka sokagina tasindik Karsiyaka Erkek Lisesi ve oradan Ozel erdem koleji ni bitidim Yil 1968. 1972 de kismet Americaymis...California da 38 yil oldu. 4 kere karsiyaka ma geldim, ve sokaklarda kayboldum, O kaldirimlar ne parlakti kol kola sahilde gezerdik,kizlarla bakisir ssshhh seninki geliyor derdik ama o ne bakismak insanin ici giderdi..
songeldigimde o guzelim sahildeki kaldirimlari gorunce gozlerim doldu paramparca ,delik desik, cukurlar aman Allahim dedim, gozlerim Tillanin, vapur iskelesinin onundeki PALMIYE AGACLARINI arad...kolum kesilmis gibi oldum!!
gozlerim o vapurdan cikan ,herkesin ustunden gecerek otobusu yakaliyacam diye kosan Balkan gocmen kadinlarini aradi, Bostanli da kayboldum gibi oldum. bir sehir kurmuslar adida "Mavi Sehir" Allah depremden korusun...orasi sadece buyuk bir BATAKLIKTI. Gozlerim tanidi bir sima aradi, ama basim onume dustu!
Ama yinede mutlularin mutlusuyum ki o gunleri ben yasadim, simdiki gencligin anlayamayacagi gunleri dostlugu yasadik.
herkese hurmetler

SELCUK BARDAKOGLU

umuriko dedi ki...

Bir günlüğüne geldiğim Marmaris'te 23 yılı bitirirken hep özleminiçektiğim Karşıyaka yıllarını bana yeniden yaşattınız. Elinize ,kaleminize sağlık.
Sevgiler.
Umur Özlüer

Aykan dedi ki...

Sayın Selçuk Bardakoğlu, eski Karşıyaka yı o kadar güzel anlatmışsınız ki, aynı babamın anlattığı gibi. Okuduktan sonra hemen tanıdım sizi, babam çok bahsetti sizden. Eğer bu yorumumu okuduysanız bana mail le ulaşırsanız sevinirim. konuşunca kesin siz de hatırlayacaksınız. aykany84@hotmail.com mail adresim. görüşmek üzere...

Adsız dedi ki...

NEEERDEEE....O ESKİ FUARLAR.... Makalesinin Sayın Yazarı'na:
Şu kadar arz edeyim'ki: Eğer ben bir edebiyat öğretmeni olsaydım, şu makalenizi okuduktan sonra, inanın sizin yanınızda biraz daha staj yapmak isterdim.
Hoş, makale, hikaye, roman ve şiir yazabilmek stajla filan olacak iş de değil aslında. Bunlar sadece Allahın bahşettiği özel kabiliyetlerdir.
Sizi candan tebrik ediyorum.
Ayrıca keşke mümkün olasa da sizinle tanışabilsem.
Kısaca kendimi arz edeyim: Adım Ömer Faruk Tuncer. Yaş:68 Asker kökenli emekliyim. Telefonum: 0090,532,784,42,57. EMAİL: mescidinnebi@hotmail.com
Saygılarıma.

yann dedi ki...

tebrikler çok guzel bir makale
Ben yasar hoca 1955 Bornova dogumluyum Benim aklim fuarla ilgili 1965 li yllara kadar erer. hiç unutamadigim ABD pavyonundaki astronot elbiseleri, çesitli pavyonlaringezilp brosur toplanmasi, Ingilizce meraktan ABD veya Ingiltere pavyonunda çizgi filim izlenmesi...
Yine bu eski yillarda ailecek borek çoreklerle fuara gidilmesi, gazinilarin dibine oturup hem bunlari yer hem de bedava konselerin dinlenlmesi...
1986-90 yillarinda Cezayir Standinda ailecek çalismamiz...
su an aklima ilk gelenler...
Artk huzunle soylemeliyim eski izmir, eski bornova gibi ESKI FUARLAR diyoruz...Ve de geçmisi sadece ve dsadece yad edebiliyoruz...
Ne mutluluk o guzel yillari yasabildik simdi torunlarimiz bunlardan mahrum sadece son model telefonlar ellerinde ne bir saklambac ne bir bes tas ne de bizim artik kaybolmus guzel oyunlarimizi oynayabiliyorlar...
yasar bey yabanci diller ogretmeni