25 Mart 2009 Çarşamba

EN GÜZEL YILLAR HANGİ YILLAR?

Erkan hep yapıyor bunu... Konuyu ortaya atıp çekiliyor kenara... Özal da öyle yapardı... Sonra....
imbatlar...meltem...fırtınalar .. .kasırgalar kopar O seyrederdi....
Bu sefer olmadı...herkes tıssss...pısss... ses gelmedi kimseden ..az daha yılbaşı telaşı içinde savrulup gidecekti...
Bense... bekledim 5 gündür..neler diyecek gençler diye...saf saf bekledim.. Hayırrrr en güzel yıllar...70'li..hayır....bizim 80'li....hayır...bizim 90'lı yıllarımız desinler diye.... Kimsenin sesi çıkmadı.... Ben de durdum ..durdum... duramadım...
EVEEEEEET...en güzel yıllar 1960'lı yıllardı....(Bence de)
Bizim gençlik yıllarımız olduğu için değil...Karşıyaka...Karşıyakalıların olduğu için... Göçler başlamadığı...herkesin kendi kültürünü alıp gelmediği... Kültür karmaşasının başını alıp gitmediği için güzeldi O zamanlar, Karşıyaka diyorum....Bostanların içinden Nergise gittiğimiz.. her köşebaşında çalınacak.. can erikleri olduğu için.. üstüne çıkılıp dirseğinize kadar kapkara olacağınız... Onlarca karadut ağacı olduğu için... patlıcanın ..domatesin..sardalyanın kilo ile değil göz kararı .. tartıldığı için...Güzeldi diyorum....
Pişirdiğiniz yemeğin kokusu...pompalı gazocağının üstünden..komşuya yayıldıysa...bir kap da O'na  vermeden..yiyemediğiniz...için güzeldi diyorum...

1940'lı-1950'lı yıllara .. O yıllar daha güzelmiş demeye dilim varmıyor....ÇÜNKÜ... Kasım ayının ortaları idi sanıyorum.. kapım çaldı.. Janin Aslan geldi.. Evime... Karşıyaka'da doğmuş şimdi Amerika'da yaşayan italyan kökenli bir ailenin kızı..
-Erdal Bey..Karşıyakayı yazmışsınız.. Nesrin hanımdan duydum...Bir bakmaya geldim..mümkün mü?
Diye sorarak geldi...Elinde eski bir Karşıyaka fotografı ile..
- Janin bu fotoğraf ne zaman çekilmiş diye sordum...1939 yılında dedi...
Bu iskelenin üstündeki kim dedim.. Eduardo Garnier... Benim kuzenim.. O yıllardaki Karşıyaka'nın tek diş hekimi.. dedi
Sonra sahildeki evlerde kimlerin oturduğunu saymaya başladı.. çoğu yabancı idi..
Dinledim... düşündüm - taşındım.... bir türlü içime sindiremedim...güzelim yalıların yabancıların oluşunu.....O'nun için güzeldi... 1960' yıllar diyorum...
1960'lar da vardı... çok sayıda yabancı...ama artık..1940'lar kadar değildi.
EVET ERKANCIĞIM....BEN CE DE 1960'lı YILLARDI EN GÜZEL YILLAR...
Hatta 1961'de hayatımda ilk arkadaşlık teklif ettiğim kız olan İvet...Türkçe bilmediği için ben konuşurken;
boş.. boş.. yüzüme baksa da... O Konuşurken.. Hayatımda bir daha hiç O anki kadar kendimi çaresiz hissedip...belime kadar kızarsam da...Güzeldi...O yıllar ( Ben ne bileyim bu kadar güzel kızın Türkçe bilmediğini...İyi ki de bilmiyormuş... Şimdi Karşıyaka'da yaşamayı...Nice'de yaşamaya tercih ederim:::))))))


BOKLU BALIK
Majestiğin yeri konusunda ben de Tufan'a katılıyorum..Majestik köşede Etibank'ın yerinde idi..
Ancak bilardo masaları dip tarafta duruyordu..Sahile bakan masalarla, bilardo masalarının arası paravanla bölünmüştü.....Erkan'ın dediği gibi gerçekten yoksulluk yılları idi...bizim sınıftan sadece Rahmetli Rıza Pars giderdi...Majestiğe bizim okula Saint Josepht'en gelmişti...Vassaf'tan iyi fransızca konuşurdu....
Babası madencilikle uğraşırdı...Ekonomik durumları...çok iyi idi.. sahilde
kulübün bitişiğinde Temizocak'ların evi vardı Onlara bitişik bir Rum evinde otururlardı..
İyi bilardocu idi...Sahilde ne zaman yürüsek...Majestiğin önünden geçerken
merhaba Rıza dedik mi..çayımız hazırdı.....Ben Rıza'yı unutamam...Çünkü
sık sık onlara ders çalışmaya giderdik. Fırsat buldukça da karşı sahilde bağlı duran sandalları ile açılır balık avlardık...Balıkçılıkta en beceriksiz bendim...
Genelde isparoz ve lidaki çıkardı...yakalanan balıklar...sandalda..bir gaz tenekesinin
içine oturtulmuş gazocağında içi temizlenmeden pişirilir...balığın iki yanağından iki lokma alınır...kalanı atılırdı..
(Boklu balık). Tabii yanında da bir galon şarap olurdu.. ayıptır söylemesi..
Ekmeğin de şarabın da parasını hep Rıza öderdi.....
Bir gün balık avlarken ben yüzme bilmediğimi söyleyince..Yüzme böyle öğrenilir deyip..Beni karga tulumba denize attılar....Gözlerimi açtığımda kendimi ölmüş sandım...çünkü bütün herşey ters duruyordu...Meğer ben denizde boğulmak üzere iken...beni yakalayıp sahildaki dar kumsala çıkarmışlar...ayaklarımda tutup ters çevirmişler...
başımın üstüne..üstüne kuma vurmuşlar....
O günden sonra bana bu adamın içinde bir teneke deniz suyu çıkardık diye dalga geçtiler......
VE...ben bu olaydan sonra adam gibi yüzmeyi hala öğrenemedim.
Hasırcıoğlu gördün mü? majestik lafın geldi nerelere dayandı..
"iki gözün bir oynasın" emi.....Hoşçakalın....İyi bayramlar....

Erdal ÖNAL- Karşıyaka -02.10.2008


AÇTIK YİNE ESKİ KUTUYU

Pek sevdim son zamanlardaki..Dağdaş ile Kuymulu'nun Selluka muhabbeti ile Erkan'ın başlattığı manolya muhabbetini.... Gerçekten.. Dağdaş hatırlatmasa unutmak üzere idik dünya güzeli sellukaları..
Hele.. hele Necat'ın selluka konusundaki gözardı edilmeyecek gayretleri de övgüye değer...Kutlarım...
Neden böyle diyorum biliyormusunuz....Galiba bizim ev...nostaljinin en yoğun yaşandığı evlerden biri...
Zamanı geldiğinde...İğlek reçeli...Her mayıs ayının sonlarında bahçemizden toplanan has güllerden yapılan gül reçeli....Ocak Şubat aylarında....turunç reçeli... her yıl..ninemizin 80 yıl önceki yöntemleri ile yapılır...hem de keyif alınarak....Artık...daha fazla söz etmeyeyim ama....Kuzu etli şevketi bostan ile...parça etli enginar yemeği ile ... pişmesine yakın üzerine bir salkım koruk atılan minik bamya yemekleri de 80...yıl önceki..gibi pişirilir....
Neyse ben yine kaptırdım kendimi gidiyorum...Aslında tema çiçek idi....
Ninemiz.. eski nineler gibi gerçekten bir mutfak sihirbazı idi....Ama çiçeklerin de hayatında
çok önemli yeri vardı...Haziranlarda küfe gibi olan ortacaların üzerine fazla güneşten rahatsız olamasın diye gölgelik yapmayı......O nazik ful çiçekleri koparıldıktan sonra sapını domatese saplamayı.....yere dökülen yasemin çiçeklerini çam pürçeklerine dizmeyi hep ondan öğrendik......

Onun Söke'deki kiralık evinin bahçesindeki...civit boyalı teneke saksılarından birisinde de...Haziran -temmuz aylarında yıldız şeklinde mavi mavi çiçekler açan...saksının tüm bedenini kaplayan yüzlerce çiçekle muhteşem bir görüntü veren ...Maviş çiçeğini de hiç unutmadık biz.....
Sanırım 1990 yılı idi...aklımıza düşünce maviş çiçeği .... talan ettik bütün İzmir'i...Karşıyaka'yı...Hisar önünü...Pazar çiçekçilerini....Bulamadık. adını bile unutmuştu çiçekçiler maviş'in...aramadığımız yer kalmadı....
Dağdaş'ın Sellukası misali.......
Ve sonra 1992 yılında O zamanlar Nergis'te kurulan pazar yerinde...Yaşlı bir teyzenin önünde tesadüfen bulduk maviş çiçeğini.....Dünyalar Bizim.oldu ...Özellikle de eşimin....
Bir yıl sonra bir Armatlu gezimizde de maviş'in...beyaz renkli olanını bulduk....
O gün...bu gün...gözümüz gibi baktığımız...bu iki çiçek...bizimle beraber yazlığımıza gider gelir...
Mayıs haziran aylarında çiçeklenince.. keyfimize...keyif katar....Görüp ilgilenenler
- Ah ne kadar güzelmiş bu çiçek..
deyince...koltuklarımız kabarır......Çocuk gibi seviniriz...
Söz veriyorum....Bu haziranda....çiçekseverler açmış halini....görecekler....
söz veriyorum....isteyen her Karlis'linin bir fidesi olacak...seneye bu zamanlarda.....
Dilerim çiçekseverleri sıkmadım....Çiçeklerimizi yaşatmak dileğiyle hoşçakalın...

Erdal ÖNAL – Şubat 2009


BASMANE’DEKİ ESKİ GARAJ MASALI

Gecenin bu saatinde yapılır mı bu? uykumu açtın...Vehbi..
Tabii ki eski garaj fotoğraflarından bahsediyorum... Nereden buldun bunları ne güzel fotoğraflar… Ellerine sağlık..

Hatırladıklarının çoğuna katılıyorum. Ama bence bu fotoğraf 1960'lara ait..Evet ön bölümden uzak yol otobüsleri kalkardı...Onlara ayrılan alan çok dardı..Orada da
görülüyor zaten...Sebebi de Ankara ve İstanbul yolculuğu denince herkesin aklına trenden başka şey gelmezdi ki.. Tüm İstanbul yolculukları Bandırma'ya kadar trenle ondan sonrası..aktarma yapılarak gemi ile devam ederdi...

Otobüs yazıhaneleri yalnız benzin istasyonun arkasına gelen bölümde değildi.. Sol tarafta görülen sıra sıra dükkanların arka yüzü de otobüs yazıhanesi idi..

O zamanlarda 130 Km'lik Söke'ye 3,5 saatte.....140 Km'lik Kırkağaç'a 4 saatte gidilirdi...yollar da yol olsa..Arabaların içi benzin kokar...Yolcuların yarısının otobüse biner binmez midesi bulanmaya başlardı...Onun için de garajda özel
olarak nane şekeri ile kekik suyu satıcıları vardı...

Peron anlayışı vardı... Ama kapalı kısımda idi.. Beton direklerin arasına 2 otobüs girerdi..girişte sağda en dipte Söke otobüslerinin peronu vardı...otobüslerin çoğu
Magirus - Deutz marka idi...Oval biçimli burun kısmında rokete benzer logo işareti vardı. aynı şimdiki gibi otobüslerin ön camına gideceği şehrin adı yazılırdı.. Ama çoğu mukavva veya karton üzerine idi...

Çok iyi hatırlıyorum 1960'ların başında pek çok otobüs burnundan..Kolla...çalıştırılırdı. O zamanlar taşra esnafı İzmir'e mal almaya geldiğinden...giderken bagajların tamamı otobüsün üstüne urganlarla bağlanırdı....

Manisa yönüne gidilirken... Sabuncubeli virajları ile...Kuşadası’ndan çıktıktan sonra başlayan virajlar-rampalar en fazla 20 Km süratle çıkılır...Yolcuların yarıdan çoğu mide bulantısından.. Bayılacak gibi olurdu....O zamanlar naylon torba da olmadığından herkes yanında kese kağıdı bulundururdu.. Çok sık benzin istasyonu olmadığından da İstek olursa...şoför otobüsü sağa çeker.. Çiş molası verilirdi...

Söke'ye giden otobüsler...(Galiba firma adı ELBİRLİK) Yandım Çavuş'ta ( Şimdiki Pamukkale tesislerinin karşısında bir yerde ) çöp şiş molası verirdi... Çöp şiş olacak
kuzular tek katlı derme çatma kerpiç binanın arkasındaki ağılda şiş olma sıralarını beklerdi....Ama...Çöp şiş de O zamanlar çöp şişti....İçecek olarak ayran ile çaydan başka seçenek de yoktu...
Erdal ÖNAL Mart- 2009




İşte 1960’lı yıllarda Basmane’deki otobüs garajından 2 görüntü

NEREDEEEEEN..... NEREYE...

Son zamanlarda çok sık geliyor ama...dün Vehbi'nin gönderdiği ENTERESAN FOTOĞRAFLAR Mailine baktım...
Sonra döndüm bir daha baktım...Nefis fotoğraflar... Hele bir de üstüne birkaç kelime yazılmışsa Kaliteli..kaliteli...
Kıymeti bir kat daha artıyor fotoğrafın..Deklanşöre de tam zamanında basılmışsa ( Ki genelde öyle oluyor)
dıdının...dıdısına kadar herşey geliyor gözünüzün önüne....Fotoğraf değil belgesel sanki...

Sonra mı? ..sonrası şu; insan dalıp gidiveriyor...Geçmişine......

1950'li yılların ilk yarısında..Babam zahirecilik yapardı...Dükkanımızın hemen bitişiğin de de FOTO ÇAKIR vardı...O yılların tek fotoğrafçısı....Pek meraklı olduğumdan mı bilmem beni çok severdi...Onun sayesinde daha 10 yaşına gelmeden...Pek çok şey öğrenmiştim fotoğrafçılık konusunda....

Fotoğraflar çekildikten sonra... FİLM karanlık odada makinadan çıkarılır.... Çıkarılan film yine zifiri karanlıkta el yordamı ile film tankına sarılırdı.....Film tankı, üstündeki delikten film banyosu dökülebilen metal bir kavanozdu...içinde iki tel helezondan oluşan bir makara vardı... Eğer film bu sırada birbirine temas ederse....Yandınız .. orası simsiyah oluverirdi.... düşünsenize film de nişan ..düğün..sünnet fotoğrafları olduğunu....

Filmin tankta kalması süresi..banyonun kataloğunda yazardı...5- 10 saniye geç kaldınız mı.. Yandınız.. Film kapkara, oluverirdi...Onun için her fotoğrafçının....şimdiki bayanların mutfak saatine benzeyen saati mutlaka olurdu...

Filmi agrandizör'e takar netlik ayarı yapardınız... Fotoğrafçılar bunu gözle yapmakta zorlandıkları için.. iki yarım çizgiyi karşı karşıya getirerek bu barajı aşmaya çalışırlardı.....

Sonra O zifiri karanlık...veya çok az kırmızı ışığın bulunduğu odada...agrandizör objektifinin kapağı... açılır...deneyiminize göre....1 2 3 4 5 diye sayarak poz verirdiniz....Az verseniz de yandınız... Çok verseniz de yandınız...

Pozlanan film 1. banyoya (Geliştirici) atılır...kırmızı ışıkta yeterince banyoda tutulur...ayarı yine siz kafanıza göre yapardınız.....Az tutsanız da yandınız....Çok tutsanız da yandınız......

Sonrası kolaydı...2. Banyo...( Sabitleyici).... artık bu kadar barajı aşmayı becerdiyseniz...fotoğraf kartını sabitleyiciye atardınız....az tutarsanız yine yandınız....fotoğraf 2 gün sonra sapsarı oluverirdi....
sabitleyicide çok tutmanın ise rizikosu yoktu.... Ohhhh be ya....işte 1950 lerde fotoğraf böyle tab edilirdi..

Tabii bu arada fotoğraf tab ederken..başparmak ile işaret parmağı da sürekli banyo olurdu.. Onun için O dönemde tüm fotoğrafçıların 2 parmağı sürekli koyu kahverengi olurdu....

Gerçi ben 1969'da Ankara Günaydın Gazetesinde çalışırken de ..Fotoğrafçımız Tuncer TUĞCU' nun da tekniği anlattıklarımdan pek farklı değildi....

Bunları kime mi anlatıyorum... VEHBİ'ye... Saat 13.30’ da Ziya Gökalp'te, tiyatro izliyor... Çektiği fotoğraflar saat 17.00'de bizim evde....

Akşam saat 20.30'da AKM'de AST'ı izliyor...çektiği fotoğraflar...Sabah...07.00'de bizim evde......

VEHBİ.... Çek... Çek... Çok güzel oluyor da..... AMA UNUTMA....

55 Yıl önce Kırkağaç'taki Foto Çakır da.... Karşıyaka'daki.. Foto Yıldız... Foto Ar... Foto Macit ile sahildeki Stüdyo Mehmet kim bilir? Yaşasalardı ne kadar kıskanırlardı seni..... Onlar digital'in rüyasını bile görmemişlerdir....


Ben yukarıdaki yazıyı yazdıktan sonra, okuyan fotoşop ustası arkadaşımız Sevgili Serdar GÖV oturmuş bilgisayarın başına bakın neler yapmış… Görüntüye kendisini de koymayı ihmal etmemiş, Şimdi bunları buraya koymasak israf olacak……..alttaki de onun eseri.


BUGÜN YİNE GÖNLÜMÜN BAHÇESİNDE GEZİNDİM

Bilmem siz bilirmisiniz bu şarkıyı, Emin Ongan'ın nihavent makamında nefis bir şarkısıdır.
Uzun zamandır Karşıyaka'da değildim..O nedenle pek çok semtteki değişimleri izlemek fırsatım olmadı... Ben Mayıs'ta ayrılırken Karşıyaka'dan , Bostanlı pazaryeri yapım aşamasında idi...
Bugün çarşamba...Bostanlı'da pazar var....Yağmur da bir ara kesilince hadi gidip bir bakayım dedim... İyi ki de gitmişim..Ne kadar güzel olmuş.. Pazar yeri... temiz, düzgün,zengin, Pazarcısını... Müşterisini yağmurdan.. Güneşten koruyan üstü kapalı..Çağdaş bir pazaryeri Karşıyaka'ya da bu yakışır doğrusu... Otopark sorunu dışında... ( İsterseniz bugünlük katlı pazaryerine pek değinmeyelim... Çünkü orası için söylenecek pek fazla güzel söz yok....otoparkı tuvalet gibi kullanıldığı için..neyse...) Bir saate yakın dolaştım pazarda...Her şey çok güzeldi...Altınova Pazarı ile kıyaslayınca göğsüm kabardı...Keşke orası da böyle olabilse dedim.... Sonra gittim; Deniz kenarında bir banta oturdum.... İşte orada dolaştım "Gönlümün bahçesinde".... Sanırım pek çok hatırlayan çıkar.....

1976 sonları veya 1977'de döndüm Karşıyaka'ya, Okumak için gittiğim Ankara'dan... Karşıyaka'da 2030 Sokak'ta ev tuttuk ( Emlak Kredi evleri)... 20 dairelik apartmana yerleşen ikinci aile bizdik… Her yer bomboştu... Cumartesi günleri Şemikler pazarına giderdik...Ama bizi kesmezdi.. Pazar günleri de atlardık eşimle bisikletlere...Doğru Karşıyaka pazarına ( O zamanlar Alaybey Tansaş'ın yerinde kurulurdu...) şevket-i bostanı.. Çibezi... Çekirdeksiz narı.. turp otunu.. loru, peyniri.. oraya gelen köylülerden almadık mı?...eksikli sayardık kendimizi.. Dönerken de 20 yumurta alırdık..15'i sağlam..5'i çatlak yumurta... eve döndük mü?.. O öğlen mutlaka.. Bolca taze soğanı zeytinyağında öldürür.. Bol lor ilave ettikten sonra üzerine 5 çatlak yumurtayı kırdık mı?...Öğle yemeğimiz hazırdı.... ( Bu tatla tanışmadıysanız bir kerecik olsun deneyin lütfen) Sonra bir duyduk ki; Bostanlıya pazar açılmış...Perşembe günleri Çeşme durağının tam arkasına gelen sokakta...Oradan başlıyor.. Polis karakoluna kadar uzanıyordu...O zamanlar o sokakta pek çok balıkçı aile otururdu...Pazarcı tezgahları da ağların arasında....Aydın tarafından çok sayıda köylü gelirdi diye hatırlıyorum....

Bir süre sonra Bostanlı hızla büyüyünce pazaryeri yetmedi... Aldılar şimdiki Bostanlı Tansaş'ın olduğu yere.. Yıllarca orada devam etti, Bostanlı Pazarı.... Ama biz gene de Karşıyaka pazarına gitmeden edemedik.... Bisikletlerimizle.... nostalji olsun diye değil.. o zamanlar arabamız yoktu da ondan....

2030 Sokağın arka tarafından gidince TRT binasını önüne çıkılırdı...Biraz ileriden sağa dönerseniz Şemiklere ulaşırdınız... Sağa dönmez doğru giderseniz de 500-600 metre sonra balıkçı barınağına varırdınız...Deniz börülcelerini çiğneye.. çiğneye... Biz o zamanlar bilmezdik deniz börülcesinden salata yapıldığını... Demek yalnız biz değil..Kimse bilmezmiş.. yer -gök deniz börülcesi idi.. Pazarlarda da satılmazdı...Şimdiki gibi..demeti 1 liradan.. Kötü kötü evlerin sıralandığı bir sokaktı o 500-600 metrelik sokak… Evler sağ tarafta idi Sol taraf tamamen bataklıktı.. Çünkü o yıllarda evlerin bahçelerindeki tulumbalar kış Mevsimi boyunca kendiliğinden akardı… Sanırım bataklığın sebebi oydu…

Şimdiki Atakent'in olduğu yerde Şemiklerli balıkçıların sandallarını bağladığı barınak vardı... O barınakta sandalların motoru çalıştırılmazdı...Çünkü 1,5 metre derinliğe kadar yosunlar vardı...Yemyeşil...Kıvırcık marul yaprağı gibi.... Oradaki balıkçılar Şemiklere giden yol üstündeki Olimpiyat kahvesini mekan tutmuşlardı...O kahvede Kefalin.. Lidakinin..Çipuranın..İsparozun alasını bulurdunuz.. hem de çarşının yarı fiyatına...

Dalıp gitmişim deniz kenarındaki bantın üzerinde....Sabah şakır şakır yağan yağmurdan sonra güneş çıkmış...her yer pırıl pırıl... Karşısı elini uzatsan tutuluverecek gibi...Ben kendime geldiğimde yanaklarım al.. al olmuş güneşten....

Bilmem anlatabildim mi?..... GÖNLÜMÜN BAHÇESİNİ......


5’LİK SİMİT

Arkadaşlar bilmem hiç duydunuz mu?... Ama ben çok iyi hatırlıyorum.. Bizim zamanımızda çok sıkça kullanılan bir deyim vardı; "BEŞLİK SİMİT GİBİ KURULMAK"

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken; Pire hamal iken.... Takvimlerin 1945'lerden yola çıkıp...1950 'lere doğru hareketlendiği yıllarda....

Evlerin erkeklerinin çok kıymetli olduğu bir dönemmiş... Akşamları babalar gelecek diye...akşamüstüden.. oturma odası süpürülür.. temizlenir toplanır.. Özellikle babanın oturacağı köşeye özen gösterilerek.. hazırlıklar yapılır...tek katlı evin bahçesinden derlenen mevsim çiçekleri de vazoya konunca.. Anneler saçını başını tarar babanın geleceği saati beklemeye başlarmış....

Bendeniz de o yıllarda 3-5 yaşlarındayım ... Ne zaman böyle bir hazırlık yapılsa... Hazırlık biter bitmez... Gizlice oturma odasına girer... Babamın köşesine.. Babam gibi oturur... Ben de beklemeye başlardım....Ama her seferinde, ben ortadan kaybolunca annem durumu fark eder..
Oturma odasının kapısını açıp...Baş köşede benim oturduğumu görünce...
-" Oğlum; gene "BEŞLİK SİMİT GİBİ KURULMUŞSUN" babanın yerine " derdi...
Ama ben; Ertesi gün gene... Ertesi gün gene aynı hareketi tekrarlar.. annemin aynı uyarısı ile kös... kös.. oturma odasından çıkardım…
İşte onun için "Beşlik simit gibi kurulmak" deyiminin, benim belleğimde derin kayıtları vardır..
Çok iyi hatırlıyorum.. Aklımın başıma gelmeye başladığı yıllarda Sabiha nineme bir gün sormuştum

- Nine; beşlik simit gibi kurulmak ne demek.?

O da beni her zamanki gibi ciddiye alıp; Şunları anlatmıştı... eskiden.. yani simitin 100 paraya satıldığı yıllarda... Bazı fırınlarda hergün 5-10 tane kocaman simitler çıkarılırmış... 100 para bulup da, insanların simit bile almakta zorlandığı o yıllarda... 5 kuruşa satılan o koca simitleri her babayiğit alamazmış...O simitler de fırınların en görünen yerlerine özenle yerleştirilirmiş... O simitleri, o yıllar da zengin ailelerin babaları.. çocuklarına alabilirmiş.. Yani işin özü... 5 'lik simit ayrıcalıklı bir simitmiş..... Ninem bana bu masalları anlatırken, 5'lik simit için, “Araba tekerleği gibi...” deyimini kullanırdı....
Bu masalları benim dinlediğim yıllar 1950'leri başları....
Geçen hafta sonu.. Çeşme Alaçatı'daydık... Süzer Otelde Karşıyaka Lisesi'ni 50 yıl önce bitirenlere ödüller verildiği geceye katılmak için....
Ertesi günü dönerken; eşim tutturdu da tutturdu... İlle Urla'ya girip bir tur atalım.. İskele pazarından da Şevket-i bostan alalım diye.... Mümkün mü? kadınlar tutturunca direnmek... Her şey onun istediği gibi oldu... Girdik Urla'ya, park ettik arabayı.. Dolaşıyoruz Urla Çarşısında...
Anaaa.. Bir de baktım; Karşımızdaki fırının vitrininde ne göreyim ?.. Bizim 59 yıl önceki masal kahramanımız " 5'lik SİMİT " eskisi gibi baş köşede.. Bize bakmıyor mu ???

Tereddütsüz yaklaştık fırına;
- Abi buyurun...
- Usta merhaba; 2 normal simit, 2 de 5'lik simit versene;
  Usta kıs ..kıs... güldü....
- Abi eskilerdesin... 5'lik simidi bilen kaç kişi kaldı....
- Tevellüt 1945... ya seninki....
- Abi ben 1950'liyim... Afiyet olsun....
Hiç ekonomik zora girmeden aldık simitleri... İskele pazarından da.. Şevket-i bostan ile Urla mandalinlerini, geldik eve.....
Sevin hanım, kararmasın diye şevket-i bostanları limonlu suya yatırırken; Ben de aldım 5'lik simidi... kuruldum salonun baş köşesine... Seslendim, mutfağa..

- Sevin hanım... Baksana bize....

Sevin hanım 5'lik simitle beni... salonun başköşesinde görünce... Yüzünde karmaşık duygularla....

- Sevgili eşim;… Başköşede istediğin kadar kurulabilirsin ÇÜNKÜ ARTIK BABAN GELMEYECEK ...

Hiç yorum yok: