16 Ekim 2008 Perşembe

GÖNÜLLERİN BİRİNCİSİ ( Kağıtçı Salih'in botu)

Karşıyaka'nın 1960- 1970 'li yıllarından söz ederken birşeye takılır da, danışma ihtiyacı duyarsanız, Başvuracağınız ilk kişi Kağıtçı Salih'tir. Bilmediği tanımadığı yoktur Onun..Kim..kimin akrabası..kim, nerede oturur...Kim ne iş yapar...Hepsini bilir..üstelik bu da yetmezmiş gibi...Şimdi, kim nerede yaşar...Hayatta mı?..değil mi?..Emekli mi?..yoksa çalışmaya devam ediyor...Aklınıza ne gelirse sorun O'nabilir...
Ben de eski bir arkadaşın izini bulmak için uğradım yanına..Biraz sohbetten sonra..laf geldi dayandı..Arap Cengiz'e bir baktım, çakmak çakmak oldu Salih'ingözleri..Benden söz ettiniz mi? Bot masalını anlattı mı? sanadiye...
Yook anlatmadı dedim..hayıflandı...
- Yaşlanmış be Cengiz.. dedi. Unutulacak masal mı O diye iç geçirince...
Anlatsana Salih şu bot masalını bana dedim...Şööyle biretrafına baktı...gözlerini tavana dikip..belleğiniyokladı..yüzünde sanki bir an da ay doğdu...gençleşti...zindeleşti..başladı anlatmaya....
Ya 1958..yada 1959...O zamanlar Karşıyaka'da sandalı olanların sayısı parmakla gösterilecek kadar az..Sandal çok ama
çoğu balıkçı sandalı..Şöyle bir hafta sonunda sandallaBostanlı'ya doğru uzanmak için canımızı vermeye razıyız...Çünkü herkes bizi görünce havamız 1500 olacak...Bütün arkadaşlar etrafımızda pervane olacak..sözünkısası büyük hayal..
Rahmetli peder çok becerikli idi. Elinden herşey gelirdi.Birgün dükkanda otururken..Baba..bi sandal alalım mı? deyiverdim.
Gözlerimin tam içine uzun uzun baktı.. Salih bi sandal kaçpara biliyormusun dedi... Devir fakirlik devri...millet ekmek parasını zor buluyor...Salih babasından sandal istiyor..Olacak şey değil...
Aradan 2-3 gün geçti.. Söylediklerim.. babamın aklından çıkmamış olamalı ki..
Salih dedi..Git 4 kardeşlerden 10 tane şeker çuvalı al gel...parasını babam verecek de...O zamanlar babaların lafına..
laf mı konur?.. Ben bir yandan 4 kardeşlere gidiyorum.. bir taraftan da kendi kendime...ne olur bu 10 tane şeker çuvalından.. diye soruyorum... 1960'larda şeker çuvalı her derdin devası.. Denize gideceksen..çadırlar şeker çuvalından.. arabaya kılıf dikeceksen..  şekerçuvalından... Hatta yerine göre perdeler bile şeker çuvalından yapılırdı...
neyse...Ben konuşa konuşa.. aldım geldim 10 tane şekerçuvalını... Babam ben gelince..Salih, ben Şayeste Sokaktaki marangoz Kadri amcana(Özdurak) gidiyorum, hemen dönerim dedi gitti...aradan 15 dakika geçmeden babam bir kucak kereste ile birlikte geri döndü.. mutluluğunu gözlerinden anladım...Salih dedi..yarın pazar..buakşamdan.. şeker çuvallarına bezir yağını çektik mi? omurgayı da çattık mı?...Geriye kalır, bezir sürdüğümüz çuvalları yağlıboya ile 2 kat boyamak..neresinden bakarsan bak...senin bot 3-4 gün sonra hazır....
Bu hiç aklıma gelmemişti.. Demek bütün hazırlıklar benim içindi...Hayatımın belki de en uzun 3-4 günü idi.. O günler geçmek bilmedi. Ama..4 gün sonra Salih'in artık şeker çuvalından yapılmış bir botu vardı..üstelik ortasında bir
yelken direği...Şeker çuvalından yapılma bir de yelkeni....Kürekler zaten evde hazırdı....
Sanıyorum..Temmuz başları idi..O sıcak geceninsabahında..Nasıl giyindim..nasıl kahvaltı yaptım...hatırlamıyorum..
sabahın 9'unda sokaklarda bir arkadaşımı arıyordum...Amakim olursa olsun..yardım edecek..heyecanımı paylaşacak birisi lazımdı...Çok da şanşlıydım ki..daha bizim sokağın köşesini döner dönmez...Karşıma Cengiz Eriç çıktı...
Daha günaydın bile demeden..Cengiz bot yaptık... tam 4 metre...varmısın denize atalım... Tanrı Cengiz'i zaten macera
çocuğu olarak yaratmıştı.. Hiç itiraz etmedi..."Varım" dedi...O kadar...Bizim evden botu kucaklayıp..sahildeki dar kumsala
oradan da..Denize atmamız 20 dakika bile sürmedi... Cengiz bana baktı..ben Cengiz'e...meret, kuğu gibi süzülüyordu..
körfezin sularında...üstümüzdekileri çıkarıp..bi güzel dürüp başaltına yerleştirdik.. İkimiz de O yıl 19 mayıs törenleri
için diktirdiğimiz kara şortlarla kendimizi kaptan gibigörüyorduk... Atladık bota...Önce popomuzu sağa sola sallayıp
botun dengesine baktık.".Cillop" gibiydi...Cengiz önde..ben arkada.." Çek küreği güzelim..uzanalım..Göksu'ya " şarkısı
eşliğinde 15 dakikada..vardık Bostanlıya....Oradan Kör İsmail'in lokantasına....Tek derdimiz..sahilden bakıp da bizi gören kimsenin olmamasıydı...
Deniz pırıl pırıldı..üstelik süt limandı...Cengiz'le göz göze geldik...
- Varmısın Cengiz bi İnciraltı yapalım..dedim...Daha laf ağzımdan çıkar çıkmaz..Cengiz çevirdi botun yönünü İnciraltına...
O gün dünyanın en mutlu 2 kişisi..bizim bez botta idi... Neşeyle... keyifle... şarkılarla.. Karaçamuru geçip, İnciraltına varmak bir saat bile sürmedi...Ama bakın ki...Hafta ortası olduğundan...sahilde in..cin..top oynuyordu... Bizim.. bizi görecek..iç geçirecek birilerine ihtiyacımız vardı...Rotamızı çevirdik Konak yönüne...asıldık küreklere....tam Güzelyalı açıklarına gelmiştik ki.. Bir de ne görelim...Dev bir Amerikan Uçak Gemisi...Karşımızda 20 katlı apartman gibi durmuyormu?
-Hadi Cengiz şunun etrafını turlayalım..dedim...Hem seyrediyoruz.. hem turluyoruz.. Ana.. bir de baktık.. gemi personelinin yarısı, ellerinde fotoğraf makinaları.. film makinaları...bizi çekiyorlar...Herhalde bizi doncuk görünce bir ilkel İnka
kabilesi vatandaşına benzettiler derken....Sahil Güvenlik botunun anonsunu duyduk...
"Bottakiler...Gemiden uzaklaş.." "Bottakiler... Gemiden uzaklaş.. "
Bu sefer yeni rotamız Konak'tı...aheste..aheste..kürek çekip.. etrafı seyrediyorduk.. vakit nerede ise öğleyi bulmuştu..
Tam tiyatro binasını geçip.. Konağa yaklaşırken..bir de baktık.. Sütlüce vapurunun kalkış zilleri çalıyor...
Cengiz: Hadi Salih, asıl küreklere yarışalım demez mi? Olacak şey mi bu.. botla gemi yarışırmı?..
Cengiz: Hadi Salih.. hadi demeye devam edince.. var gücümüzle asılmaya başladık küreklere.. Gemi tamyol vermeden bir
süre yan yana gittik... Cengiz bütün gücüyle asılıyordu küreklere ama nafile...işin kötü tarafı geminin sol tarafında oturanlar
bizi görmüş..herkes bizi izliyor.. hatta bazıları alkışlıyordu...Derkeeeennnn..bak kaderin cilvesine... Bir eşek imbatı başlamasın mı?... Hemen fırladım... yelkeni açtım.. ipini çeker çekmez... bizim bot sanki kuş oldu uçuyor...
imbat sertleştikçe.. kuş uçuyor ama...omurgadan da çatır çutur.. sesler geliyor....
Cengiz dedim; Omurgadan sesler geliyor... Cengiz'den cevap; Bırakma ipi Salih kırılırsa.. kırılsın.. batarsa.. batsın..  Allahaşkına bırakma....
Ben Cengizle cebelleşirken...geldik mi.. Sütlüce ile yan yana... Bütün yolcular toplandı geminin soluna...bizi seyrediyor..
Biz keyiften 4 köşe... Bot önündeki suyu öylesine yarıyor ki...sanki sürat motoru....
Yarış.. Karşıyaka'ya kadar sürdü... Sütlüce; yarışı burun farkıyla kazandı... Biz de gönüllerin birincisi olduk..  Çünkü... gemiden öyle bir alkış koptu ki bizim için... aradan 46 yıl geçti... Cengiz'le biz hala duyarız O alkışı....
Masal bitti... Ama inanın Salih bunları bana anlatmadı... birkez daha yaşadı... anılarını.... Bana da yaşattı...
sonra döndü...Erdal; Bunları Anlatmadı mı Cengiz sana...Bunlar unutulacak anılarmı?..". Sorarım ben Cengiz'e" dedi
Erdal ÖNAL - 14 Ekim 2008

Beyaz gömlekli.. Kırmızı Karanfilli


1960'lı yılların başında, Eshot Sokağına girer-girmez, hemen soldan 6-7'nci binanın zemin katında Gençler Kıraathanesi vardı..Müşterilerinin tamamına yakınını ise O yıllarda Karşıyaka Lisesinde okuyanlardı.Okuldan kaçma planları yapılırken

tartışmasız buluşma yerimiz orası olurdu. Zaten normal günlerde de boş zamanlarımızın çoğu orada geçerdi..Tavlacılar..Ohelciler...Bezikçiler...Maça kızcılar.. diye gruplar oluşmuştu...

Aradan yıllar geçti..Hepimiz..Abi çocuklar olduk. Mümkün mü? sohbetin bir yerinde Gençler Kıraathanesi lafı geçmesin?..

Ancak..Her zaman bir tartışma olurdu..Kıraathanenin sahibi kimilerine göre

Mehmet bey, kimilerine göre ise Nevzat'tı..

Yıllar sonra De Vinci'nin şifresi çözüldü;

Gençler Kıraathanesinin sahibi Mehmet Beydi, Mehmet bey Karşıyakalı değildi, sanırım Orta Anadolu'dan bir Anadolu çocuğu idi. Astsubaylıktan emekli olmuş,Karşıyaka'ya yerleşmiş,Fanatik bir Karşıyaka taraftarı olduktan sonra da sözünü ettiğimiz kıraathaneyi açmıştı.Zaten " GENÇLER KIRAATHANESİ" nin tabelasına baktığınız zaman Mehmet Beyin ne denli  fanatik bir taraftar olduğunu da kolayca anlardınız..Mehmet bey sürekli koyu renk takım elbise giyer,boynunda kravatı da hiç eksik olmazdı.Yalnız Mehmet Beyin herkes tarafından bilinen bir zaafı vardı.. İşi gücü belden aşağı işlerdi..Fıkraların erotik olanları..Belden aşağı muhabbetler..pornografik iskambil kağıtları..O'nun hobisi idi. Hatta hangi masada gençler, bir kızla buluştuklarını..Bir kızın elini nasıl tuttuklarını..Çamlık'ta bir kuytuda kızı nasıl öptüklerini anlatmaya kalksa...Mehmet Bey işi gücü bırakır..destursuz masaya ilişir..ağzının suyu aka..aka.. muhabbete ortak olurdu...Önceleri toleransla karşılanan bu davranışları bir süre sonra herkesi canından bezdirmişti...

Ve.. Günün birinde soruna çözüm aranmaya başlanır..Fındık Metin,Eşek Mehmet ve Bodoz Süleyman’dan oluşan çözüm ekibi tarafından;

Bir arkadaşımızla gönül ilişkisi olan, ağzı da pek iyi laf eden şen şakrak bir

Bayan ( A.Y.) ayarlanır. Bir sabah Mehmet Bey’in Kıraathaneyi açtığı saatlerde.. Yani daha kimse yokken, bayan A. Y. telefonla Kıraathaneyi arar, önce yanlış numara aramış gibi davranır.. Bir süre sonra telefondaki sohbet koyulaşır.. Bayan A. Y. Mehmet beyi göklere çıkarır..Sesinin tonundan.. Erkekliğinden, yakışıklılığından.. kadınlara olan saygısından.. anlayışından söz ettikçe Mehmet Bey’in ayakları yerden kesilir..Ve ertesi gün aynı saatte telefonda görüşmek üzere,

vedalaşılır..Ertesi gün yine 1 saate varan telefon görüşmesi...Bir daha..Bir daha..

sözün kısası.. telefonda konuşmalar artık, yapay bir aşka dönmüştür.. O zamanlar daha kimsenin kullanmaya cesaret edemediği "Öptüm seni" sözcükleri..2 telefon aşığının.. görüşmelerden sonraki son sözleri olur...

Tabii ki; Bu arada neler olup bittiği de zaman geçmeden Gençler Kıraathanesinin “Çözüm ekibi” Fındık Metin, Eşek Mehmet ve Bodoz Süleyman’a dakika dakika aktarılır. Artık olay kontrolden çıkmış tam bir hababam sınıfı öyküsüne dönüşmüştür.

Telefonun tellerinde başlayan “Unutulmaz” aşk başlayalı neredeyse 20 gün olmuştur. Vee.. sonunda iş bir randevu ile noktalanır. “Çözüm ekibi”nin talimatı üzerine Cuma günü saat 17.00’de Karşıyaka iskelesine iki vapurun birlikte geldiği saatte bizim iki aşık randevulaşmıştır. Bayan A.Y ‘nin isteği üzerine birbirlerini tanımak için ikisi de beyaz bluz giyecek, yakalarına kırmızı karanfil takacak, hatta ek bir önlem olarak ikisi de kol saatlerini sağ kollarına takacaktır.

Beklenen Cuma günü gelir.. Mehmet Bey, Berber Nevzat’ta sinek kaydı traşını olur. Her zaman olduğu gibi lacivert takım elbisesini giyer. O gün için alınan beyaz, yakaları manşetleri kolalı gömlek ve.. gıcırtısı 15 metreden duyulan iskarpinlerini de boyattıktan sonra artık randevuya hazırdır..Tek eksiği kırmızı karanfili de iskeleye giderken yol üstündeki çiçekçilerden alacaktır…Olaylar planlandığı gibi gelişir ve saat 17’de Mehmet Bey iskeledeki saatin altında heyecanla beklemeye başlar.

Her şey vapurun boşalmaya başlaması ile başlar.. birden ortalıkta… Beyaz gömlekli… yakasında kırmızı karafilli..kol saati sağ kolunda takılı en az 15 kişi çıkar ortaya.. Mehmet Bey’in etrafında bir halka oluştururlar… Mehmet Bey neye uğradığını anlayamaz.. çevresindeki kırmızı karanfilli gençler kıraathane müşterileridir… Mehmet Bey’in rengi bir anda sapsarı olur.. Dişlerinin arasından küfürle kime yaklaşsa çevresindeki halka O tarafa kaymaktadır. Sağa saldırır.. Halka sağa kayar..Sola saldırır..halka sola kayar..Üstelik halkayı oluşturan tüm gençler efemine hareketlerle..” Erkeğim benim”..”Ayy Yılmaz’ım elimi tutarmısın”..A.Y sana kurban olsun” sözleri Mehmet Beyi adeta şoke etmiştir..Alı,al moru mor olur. Boncuk..boncuk terlemeye başlar. Ama yapacak bir şey yoktur… İskelenin önünde adeta bir tiyatro sahnesi kurulmuştur..Başrolü de “Ben Anadolu çocuğuyum” sözünü dilinden düşürmeyen Mehmet bey oynamaktadır.. Çaresiz kalan Mehmet Bey, sert bir hamle ile halkayı yarar ve koşarak çarşının kalabalığında kaybolur…

Bu olayları izleyen 3 gün, Gençler Kıraathanesi açılmaz…4. Gün kıraathane açıldığında

Ocağın başında Mehmet Beyin damadı Nevzat vardır… O günden sonra aylarca

hatta yıllarca Karşıyaka’da Mehmet Beyi gören olmaz…

İşte 1960’dan sonra Gençler Kıraathanesine takılanların hepsi.Oranın sahibi olarak Nevzat’ı tanırlar…1960 öncesi müşteriler de. Mehmet Beyi…

Erdal ÖNAL
21 Ekim 2008

Hiç yorum yok: